Cehennem sıcağında kavrulmamak için

M. Sinan Mert yazdı: Hakkari’de kayyıma da, Antakya’daki rezerv alan saldırısına da, milyonlarca emekçiyi küresel ısınmanın tetiklediği cehennem sıcaklarında açlık sınırının altında çalışmaya zorlayanlara da, ırkçı, dinci müfredat dayatmasına karşı da hep birlikte dur diyebiliriz.

Avrupa seçimlerinde ırkçı partilerin inisiyatiflerini güçlendirmesi küresel ölçekte savaş ihtimalini daha da büyütecek bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Avrupa genel olarak Arap Baharını NATO müdahalesi yoluyla hedefinden saptırmanın, Libya ve Suriye gibi kendisine karşı direnç merkezi olarak gördüğü ülkeleri iç savaşa mahkûm etmesinin ve yine Rusya’yı çevrelemek için Ukrayna’daki faşistlerle iş görmesinin bedelini ödüyor.

Arap Baharı’nın demokratik ve eşitlikçi sonuçlar üretememesi göçmen sayısında; Rusya-Ukrayna Savaşı’nda gösterilen ilkel ve ilkesiz Rus karşıtı tavır da enerji fiyatlarında ve dolayısıyla enflasyonda artışa yol açtı. Bu iki etken de özellikle genç işsizliği ve yavaşlayan ekonomilerle birleşince finans kapitalin geleneksel temsilcilerinin itibar kaybını hızlandırdı.

Gazze Direnişi’ne karşı sergilenen akıl almaz kayıtsızlık ve İsrail yanlısı tutum da faşistleşme sürecini hızlandıracak etkiler yarattı. Faşist kitle hareketlerinin güçlenmesi, Batı’da artık nüfus veya tehdit olarak görülen kesimlere karşı İsrail’den feyz alan küçük pogromların elinin kulağında olduğunu düşündürüyor. Giderek dekadans görüntüsü veren bu manzara karşısında sosyalist seçeneğin ivme kazanamaması ise kendi krizimizi ne kadar hızla aşabileceğimizin küresel ölçekte hayati ve belirleyici nitelikte sonuçları olacağını gösteriyor.

Ülke içinde yaşanan gelişmelerin temel aksını Şimşek programı ekseninde oluşan uzlaşma oluşturuyor. Kobane Davası’nda ortaya çıkan sonuçları ve Hakkari’ye kayyım atanmasını bu uzlaşmanın doğal sınırlarının bir kez daha kalınca belirlenmesi olarak okumak gerekiyor. 2015 seçimleri sonrasında Baykal’ın meclis başkanlığı tartışması ve dönemi uyuşturan istikşafi görüşmeler, 2019 yerel seçimleri sonrasında sürece damga vuran Türkiye ittifakı tartışmaları ve şimdi de yumuşama-normalleşme edebiyatı tarihin akışının tekerrürden ibaret olduğunu düşündürüyor. İktidara sağlanan geniş manevra alanı basit bir politik yanlış olarak değerlendirilemez.

Şimşek programının temel hedeflerinden birisi olan kısa vadeli sermaye hareketlerinin akıl almaz bir soygun karşılığında -dolar bazında yıllık %50’yi aşan getiri- Türkiye’ye yönelmiş olması ve Merkez Bankası rezervlerinin yıllar sonra artıya geçmesi İmamoğlu ve umut bağlanan CHP yönetimi tarafından da memnuniyetle karşılanıyor. Dün gerçekleşen Erdoğan-Özel görüşmesinin üzerine oturduğu temel çerçeveyi de bu halk düşmanı yerli ve millî IMF programının devamı oluşturuyor. Yerel seçimleri CHP’nin kazanması küresel sermaye açısından da burjuvazinin tüm kanatları arasında bir uzlaşma olasılığının artması olarak görüldü ve desteklendi. Erdoğan’ın da bu beklentiye uygun hareket etmesi, programın başarısına duyduğu büyük ihtiyaçtan kaynaklanıyor.

Nebati programıyla yerli sermaye tarafından son kuruşuna kadar soyulan emekçiler şimdi de Şimşek’in anti-enflasyonist programı tarafından küresel sermayeye peşkeş çekiliyorlar. Yabancı sermaye aşkıyla güzel vatanımızın her bir köşesi yeni İliçler yaratmak için yarışan maden şirketlerinin sınır tanımaz talanına açılıyor. Başta Antakya ve İstanbul olmak üzere, rezerv alan yasası yüksek faizler yüzünden zor günler geçiren inşaat sektörünün desteklenmesi için devreye sokuluyor. Kürt halkının politik iradesinin gasp edilmesiyle de birlikte düşünüldüğünde bu büyük soygunun tüm veçheleri tamamlanıyor.

CHP bu büyük soygunun durması için mi inisiyatif alacak yoksa halkın öfkesine balans ayarı yapan uygulamalarıyla kendisini de iktidar ortağı yapan bir sürecin inşasında mı rol alacak? Bir sermaye partisi olarak CHP’nin tercihinin ikinci seçenek olacağı açıktır. Ancak halkın örgütlü mücadelesi bu yalın gerçeği değiştirebilir ve CHP gibi düzen partilerini de daha ileri tutumlar almaya zorlayabilir. İktidar ve muhalefet arasındaki normalleşme girişiminin hedefi, büyük soygun karşısında halkın uyku modunda tutulabilmesidir.

CHP’nin çeşitli toplumsal kesimlerin taleplerini dile getirme iddiasıyla gerçekleştirdiği mitingler böylesi bir işlev yerine getirmekte midir yoksa halkın direniş inisiyatifini çalan ve bunu iktidarla pazarlık sermayesine dönüştüren bir role mi sahiptir? CHP’nin halkın taleplerinin sözcüsü rolünün teşhiri bugün sosyalist hareketin kendisine bir alan açabilmesi açısından hayati önemdedir. CHP’nin düzen içi muhalefetinin güncel versiyonu halkın öz örgütlenmeler geliştirme kapasitesini daha da fazla soğurma potansiyeline sahiptir. Seçimlerde yaşanan ittifakların zihinlerde sürmeye devam etmesinin ne kadar yıkıcı sonuçlar yaratabileceğini görmek zor değildir.

Kayyım hamlesi özellikle DEM Parti ve ekseninde gelişen devrimci demokrasi seçeneğini tek bir gündeme kilitlemeye ve ülkenin geneline hitap edecek bir karşı hegemonya odağı olmaktan imtina etmeye zorlamaktadır. Bugün DEM Parti’yi “Bu koşullarda Batı’ya yönelik siyaset yapılamaz” diyerek tek kanata mahkûm etmeye çalışıyorsa ya da ‘kayyım atanırken tek seçenek sine-i millet’ ezberine sarılarak dişle tırnakla elde edilen kazanımları faşizme hediye etmeye bizleri ikna etmeye kim çalışıyorsa bilinsin ki bunlar rejimin istemli ya da istemsiz borazanıdırlar ve asla itibar edilmemelidirler.

Bugün yapılması gereken son on yılların en acımasız yoksullaştırma ve servet transferini gerçekleştiren çok boyutlu büyük soyguna karşı birleşmektir. Hakkari’de kayyıma da, Antakya’daki rezerv alan saldırısına da, milyonlarca emekçiyi küresel ısınmanın tetiklediği cehennem sıcaklarında açlık sınırının altında çalışmaya zorlayanlara da, ırkçı, dinci müfredat dayatmasına karşı da hep birlikte dur diyebiliriz. Ya da bir başka deyişle ancak birlikte dur diyebiliriz.  

Kendi siyasi irademizi hiçbir burjuva partisinin uzlaşma sermayesi yapmaya niyetimiz yok. Büyük soyguna karşı halkın kendi mücadelesini büyüteceği yolu insanca ücret mücadelesini büyüterek mutlaka açacağız.