Sapere Aude

M. Sinan Mert yazdı: Toplumsal muhalefetin güçsüzlüğü ve iddiasızlığı rejimin kendi içinden çatlayacağı ve “geçmiş güzel günlere dönüşün” bu sayede mümkün olacağı hayallerinin her fırsatta ortalığa saçılabilmesini mümkün kılıyor.

Geçtiğimiz hafta siyasi davalar konusunda yaşanan gelişmeler aklı başında herkesin malumu olması gereken rejimin sınırlarını bir kez daha belirginleştiren hamleler olarak değerlendirilebilir. Bu sınırların büyük altüst oluşlar gerektirmeksizin dönüşebileceğine dair beklentiler toplumsal muhalefetimizin en önemli dönemsel zaafını oluşturuyor.

Toplumsal muhalefetin güçsüzlüğü ve iddiasızlığı rejimin kendi içinden çatlayacağı ve “geçmiş güzel günlere dönüşün” bu sayede mümkün olacağı hayallerinin her fırsatta ortalığa saçılabilmesini mümkün kılıyor. Bu hayallerin ve gereksiz beklentilerin yükselmesi hem güçsüzlükten kaynak alıyor hem de onu besliyor, hareketin kendi hedeflerine kilitlenmesine mani olarak yoğun bakımdan kurtulma sürecimizi daha da uzatıyor. Oysa rejimin toplumsal tabanında çok önemli kırılmalar yaşanıyor. Bu kırılmaların mücadeleyi yükseltecek, aşağıdan yukarıya gerçek dönüşümü mümkün kılacak örgütlenmelere dönüşmesini sağlamak için yoğunlaşılması gereken görevler, önümüzün “kendiliğinden”, “düzenin kendi krizinden” kaynaklanacak gelişmelerle açılabileceğine dair beklentiler sebebiyle ıskalanıyor. Ortaya çıkan fırsatların, güçsüzlüğün doğurduğu bu bilinç durumundan dolayı kaçırılması ise sosyalistlerin krizini daha da derinleştiriyor. Liberalizmden kopuşamama hâli hareketi felç ediyor.

Demirtaş, Yüksekdağ, Kubilay ve Altınörs başta olmak üzere Kobane Davası’ndan tutuklu siyasetçilere akıl almaz cezalar yağdırılırken aynı gün içinde 28 Şubat mahkûmu emekli generallerin affedilmesi rejimin sınırlarını bir kez daha çok açık bir biçimde gösterdi. Yine benzer biçimde 1 Mayıs’a biçilmeye çalışılan deli gömleğini yırtma çabasını ortaya koyan devrimcilere yönelik tutuklama furyası da benzer bir sınır çizme çabasının örneği olarak değerlendirilebilir. Rejimin Gezi ve Kobane davaları konusunda bu kadar katı ve esnemez bir performans sergilemesi Erdoğan’ın garezi ya da MHP’nin iblisliği ile açıklanabilir mi?

Asla, çünkü bu rejim esas olarak Gezi-Kobane İsyan momentinin bastırılması amacına dönük bir ittifak olarak inşa edildi. Rejimin bu boyutu sermayenin bütün fraksiyonlarının üzerinde uzlaştığı temel noktadır. 2013-2015 momentinin egemen sınıflarda yarattığı korku burjuva muhalefetinin en bıçkın öğelerinin dahi bu konsensusu sorgulamaktan imtina etmesine yol açmaktadır. Hatırlanacağı üzere müzakere sürecinin fiilen sona ermesi ve Çökertme Planı’nın yeni rejimin anayasası olarak temel metin hâline gelmesi Kasım 2014 tarihli uzun MGK toplantısında karara bağlanmıştır. 2015 Haziran seçimlerinde Erdoğan’ın kaybetmesi ve MHP’ye mahkûm hale gelmesiyle bu konsensusun politik bloğu da fiilen inşa edilmişti. Dolayısıyla ortaya çıkacak bir “yumuşama”nın Gezi ve Kobane davaları ekseninde bir geri çekilmeye karşılık gelebileceği beklentisinin Saray rejiminin kodlarıyla uyumlu olmadığı açıktı. Saray Rejimi, bütün faşizmlerde olduğu gibi yolunu bulamamış, kendisini yeterince güçlü bir zeminde inşa edememiş devrimci kabarışların bastırılması fonksiyonuna sahip bir politik yapı olarak tarih sahnesine çıkmıştır, aslen 12 Eylül’ün politik perspektifine uygun bir politik aksa oturması da bu hedef ve işlev benzerliğinden kaynaklanmaktadır.

Demirtaş şahsında temsil edilen 2013-2016 HDP yönetiminin hiç kuşku yok ki devrimci demokrasi güçlerimiz açısından 21. yüzyılın en güçlü politik karşı hegemonya kutbunu inşa ettikleri ortak hafızamıza yazılıdır. Devletin hışmı karşısında gösterilen kararlı direnişleri, arkadaşlarımızı halkın geniş kesimleri gözünde kendilerini halkları için feda eden baş eğmez kahramanlar statüsüne yükseltti. Ancak kimi DEM Parti kadrolarında gözlenen Demirtaş başta olmak üzere arkadaşlara yönelik ilgi ve muhabbetten rahatsız olma durumu toplumsal muhalefetimizi kendi içinden güçsüzleştiren etkiler yaratıyor. Saray’ın kurmak istediği oyunun çok da farkında olarak ve bu oyuna düşmemek adına yapılan kimi hamlelerle bu oyunun zemini güçlendiriliyor ve bir uyumsuzluk görüntüsünün ortaya çıkmasına zemin hazırlanıyor. Demirtaş’ın da mahkeme kararı sonrasında yaptığı kimi açıklamalarda bu tavrın gerçek sorumlularını ıskalayan bir değerlendirme yaparak gerçekte ancak ikincil derecede sorumlu olabilecek aktörleri “kene” gibi çok ağır bir tabirle nitelemesi de birçok açıdan sorunlu görünüyor. Faşizme karşı direnişte ustalaşmış bir politik aklın bu meseleyi, bu temelsiz ve gereksiz rekabet görüntüsünü çok daha ustalıkla çözmesini beklemek hayalperestlik olarak mı değerlendirilmeli yoksa?

Şimşek programının beklenen sıcak para akışını sonunda yaratmış olmasının bedeli ücretleri fiilen dondurulan işçilerin sırtına yıkılmak isteniyor. Sıcak para, ancak muazzam bir faiz ödemesi ve iktidarın CHP tarafından görece dengelenmesi ile şimdilik ikna edilmiş görünüyor. Ancak yüksek faizin ve ithalatın daha da cazip hale gelmesinin üretimin yavaşlaması ve işsizliğin artması sonuçlarını doğurması için çok beklemeyeceğiz. Sınıf mücadelesi ateşinin dört bir yanı hızla sarabileceği kuru bozkır her geçen gün daha da büyüyor. Ancak kendisini felç eden sahte beklentilerden kopuşabilen, rejime yönelik toplumsal destek açısından yaşanan büyük toprak kaymasına bir alternatif sunabilen, alt orta sınıflarla proleterya-prekaryanın kaynaşmasına uygun mücadele araçları yaratabilen, bunu alışkanlıklarını aşan bir ortak mücadele bilinciyle başarabilen bir politik özne inşası mümkün ve krizimizi aşabilmemiz için zorunludur. Bunun dışındaki yoğunlaşmalar, günü kurtarmayı mümkün kılsa da yoğun bakımda sürdürülen yaşamın biraz daha uzatılmasına hizmet etmekten öteye gidemeyecektir.

“Yaşanacak Ücret İstiyoruz” mücadelesine dört elle sarılarak sınıflı düzenden koparmak için birleşelim.