Dayanışma balçıkla sıvanmaz

Belki de 100 binden fazla insanın ölümüne sebep olan işte bu %20 fazladan kar olanağı! Çoluğumuz çocuğumuzla birlikte tabutluklara sıkışmamıza yol açanların hakaretlerine, tehditlerine, yardım bağışı şovlarına maruz kalmamıza da sebep, bu büyük soygunun devamını sağlamak.

Ahlaksızlığın ve riyakarlığın iktidarı saray rejimi, halkın hayatını her açıdan cehenneme çevirme konusundaki ısrarını sürdürüyor.

Faşizm toplumdaki tüm yaşam belirtilerini köreltme konusunda ısrarlı. Neoliberal devletin, toplumsal ihtiyaçları karşılama vasfını ne oranda kaybedebileceğini gösteren tarihsel bir örnek haline gelen Türk devleti, halkın birbirinin yarasını sarma konusundaki olağanüstü enerjisini, fedakarca çabasını jandarma baskınları ve kayyum atamalarıyla boğmaya çalışıyor. Yoksul halkın dişinden tırnağından artırarak kardeşlerine uzattığı elin kırılması için uğraşanlar tüm TV kanallarında zorla yayınlanan mide bulandırıcı bir yardım pornografisiyle üste çıkmaya çalışıyorlar. 1998-2021 yılları arasında inşaat sektörüne toplumsal kaynaklardan 2.2 trilyon dolar aktarıldı ve bu paralar kefensiz gömüldüğümüz mezarlarımıza dönüştü, binlerce insan toplu mezarlara gömüldü. Bu yıkımın sorumlusu müteahhit cemaatinin (tüm Avrupa’da 50 bin müteahhit varken bu sayı Türkiye’de neden 500 bin?) en arsızı Cengiz’in 3 milyarlık bağışı, daha gecesinde çıkarılan bir teşvik kararnamesiyle kendisine iade ediliyor. Halkın vergilerinin üzerine çöken Varlık Fonu’na bağlı şirketler yardım şovunda toplanan 115 milyar liranın 86 milyarını karşılıyor. Şirketlerin yaptığı yardımların vergiden de düşüleceği açıklanıyor. İktidar depremin yarattığı yıkımı yeni bir inşaat patlamasının gerekçesi olarak değerlendirmek istiyor, maliyetlerin halkın sırtına yıkılmasının yollarıysa fedakar ve cefakar yerli ve milli burjuvazinin göz boyayıcı yardımlarıyla döşeniyor.

İktidar daha ilk günden halkın dayanışmasında kendi yıkımını görüyordu. Devletin kayıtsızlığı ve sermayenin kıyıcılığı karşısında halkın varını yoğunu ortaya dökerek sürdürdüğü dayanışmanın ışıltısı, devletin ölümü ve canavarlığı toplumun ise yaşamı ve yıkıma direnişi temsil ettiğini açıkça ortaya koyuyordu. HDP’nin, sosyalistlerin en ağır koşullarda kah enkazdan hayat kurtaran kah günde üç öğün yemek çıkartan kah göç eden depremzedelere yerli-göçmen demeden barınma olanağı sağlaması, iktidar bloğunun gündüz kabusu haline dönüştü. Üzerine beton dökülmek istenen HDP, güçlü yerel örgütlüğüyle enkazın altında kalan insanların yardımına en önde koşmayı başarabildi. “Her şeye gücü yeten devlet” hamasetiyle boğulmuş on binlerce insan kendi yanlarına ilk koşanın yıllardır terörist, bozguncu diye yaftalanan insanlar olduğunu gördü. Dayanışmanın siyasi sonuçlar yaratmasını engellemek adına kayyum siyaseti yeniden gündeme sokuldu.

Yaratılan enkaz Erciyes dağı hacminde (230 milyon ton). On binlerce insanımızın bedenleriyle karışmış korkunç, elem verici bir enkaz bu. Enkazı hepimizin kaderi haline getiren ise son 20 yılına kayıtsız şartsız damgasını vuran AKP’nin İslamcı neoliberalizmi, inşaat ekonomisi, kent rantlarına dayalı zengin yaratma mekanizmaları. “İnşaatçılar yapının çerçevesini kısmen esnemek yerine kırılacak düzeyde sert bir hale getirmeksizin zeminleri ve duvarları yapısal olarak birbirine sağlayarak yıkımı engelleyebilirler… Depreme dayanıklı bir bina inşa etmek bir inşaat projesinin maliyetine aşağı yukarı %20’lik bir maliyet ekler, hal böyleyken yönetmelikleri görmezden gelmenin cazibesi ortada”. Belki de 100 binden fazla insanın ölümüne sebep olan işte bu %20 fazladan kar olanağı! Daha az beton, daha fazla ve uygun kalınlıkta, uygun teknolojilerle yapılan evlerde tek bir insanımızı bile kaybetmeyebilirdik. İşte şimdi bizlere bu kumpası kuranların, çoluğumuz çocuğumuzla birlikte tabutluklara sıkışmamıza yol açanların hakaretlerine, tehditlerine, yardım bağışı şovlarına maruz kalmamıza da sebep, bu büyük soygunun devamını sağlamak. O yüzden bu soyguna, sermaye düzeninin ta kendisine dur demedikçe hiçbir depremden, hiçbir felaketten ders alınması mümkün değil. Gölcük Maraş’ı, Soma Amasra’yı kurtarmaya yetmiyor ve bu mafyatik soygun düzeni devam ettikçe de yetmeyecek.

Türkiye’nin coğrafyası tek merkezden, tek adam eliyle yönetilebilir durumda değil. Halkın elinden tüm inisiyatifleri alınmış, örgütsüzleşmiş bir biçimde tek bir merkeze, tek bir adamın iki dudağı arasından çıkacak talimatlara endeksli bir biçimde yaşanmaya zorlanması yıkımı büyüttü. Mahalle meclislerinin, kent konseylerinin gerçek örgütlenmeler olduğu, kendi hazırlığını yapabildiği, kendi bütçesini kullanabildiği koşullarda bu yıkıma rağmen çok daha fazla insanımız hayatta kalabilirdi. Yerel demokrasinin güçlenmesi, coğrafyamızın güçlü bir halk inisiyatifiyle şenlenmesi her açıdan büyük bir yaşam enerjisi yaratacaktır. Faşizm, bütün özerk alanları boğmaya yönelik eğilimiyle bu yaşam enerjisinin anti tezidir. Franco’cu Falanjistlerin en sevdiği sloganın “Viva el Muerto!” olması tesadüf değildir: Halkın inisiyatifi, halkın dayanışması yaşamı Saray ve faşizm ölümü, enkazı, çürümeyi temsil eder! Bu şatafat, bu alçak itibar düzeni ancak mafyatik bir soygun düzeninin yeniden üretimine, kentlerimizin yağmalanmasına, iş cinayetlerinde her gün 5 işçinin ölmesine, koca bir toplumun açlık sınırının altındaki bir asgari ücrete talim eder hale getirilebilmesine bağlıdır, halkın her inisiyatifinin boğulmaya çalışılması sadece bu soygunun devamı içindir. Ancak halk soygunun devamının sadece sömürü değil, sadece yoksulluk değil en sevdiklerinin bir çırpıda da ölümüne de yol açabileceğini gördüğü için burnundan soluyor şimdi. Saray bu öfke karşısında çaresiz. Sokaklarda gördükleri ile iktidar temsilcisine, lütuf diye dağıtılan 10ar bin liraları yedirecek milyonlarca insan var.

Yıkımın bedelini yoksul halk değil; soygunun, talanın sorumlusu burjuvaziye ödetmeliyiz. Servet vergisiyle desteklenen, şeffaf, halkın harcanan her kuruşu takip edebileceği bir deprem fonuna ihtiyacımız var.

Yeni depremlere karşı mahallelerimizde meclislerimizi yaratmaya, dayanışmaya, hazırlanmaya, o an geldiğinde çaresiz kalmamıza imkan vermeyecek bir organizasyona ihtiyacımız var. Faşizmi yenmeden bu mümkün değil. Pazarcık’a atanan kayyum bunun belgesidir. Kayyum düzeninde milyonlarcamıza kıyımdan başka köy yok.

Faşistleri her gördüğümüz yerde susturmak; halkın gerçek düşmanlarını perdelemek için uydurdukları ırkçı masallara prim verilmesini engellemek zorundayız. Her ırkçı, milliyetçi hamasetin arkasında bir alçaklığın gizlendiğini, güzel yurdumuza en büyük ihaneti bu “vatan, millet, Sakarya” edebiyatından bir saniye geri durmayanların ettiğini hiç unutmamalıyız.

RTÜK’ün olası susturma operasyonlarına, dayanışmalarımızın kayyumlarla, zorbalıklarla boğulması girişimlerine hep birlikte direnmeliyiz.

Ve ne pahasına olursa olsun seçimleri askıya alma girişimlerine karşı en net direnci ortaya koymalıyız. “Seçim ne zaman yapılırsa yapılsın” deme lüksümüzün olmadığı yeterince açık değil mi? Erdoğan-Bahçeli görüşmesinin ardından bu konuda basınç ve fiili girişimler artarsa toplumun bir avuç soyguncu dışındaki tüm kesimlerinin “ülkeyi enkaza çevirdiniz, hesabını vereceksiniz” diyerek ayağa kalkıp kalkamayacağı bir sonraki depremi hangi koşullarda karşılayacağımızı belirleyecek.