Öğrenciler Neden 1 Mayıs’a Gitmeli?
Günümüzde eğitim, toplumsal bir sorun olarak durmaktadır. Yaklaşmakta olan 1 Mayıs’a geleceğin işçisi, emekçisi olan biz gençler, biz öğrenciler “parasız, bilimsel ve anadilde eğitim” talepleri ile yerimizi alacağız. Adaletli, yaşanılabilir, eşitlikçi bir gelecek için omuz omuza vererek bu talepleri görünür kılacağız.

Berdan Bora
Eğitim, sınıfsal olarak alt segmentte olan kişilerin itaatkâr olmasını amaçlar. Okul içinde, sıralarımızda oturarak, arkamıza dönmemiz bile yasak şekilde, sınırlarımızı öğrenip ona göre yetiştirildik ve daha ilkokuldayken dakikaları saymaya başladık. Bu ne anlama geliyor? Daha ilkokuldayken saatin, sürenin egemen olduğu ve zaman dilimini devletin belirlediği sınırlar içinde yaşamayı aşıladılar bizlere. Bu da kapitalizmin “özgürlük” anlayışının, bizlere göreyse bireyin sömürüsünün başlangıcı oldu. Bakıldığında herkes aynı eğitim sistemine tabii tutuluyor olabilir lakin bu düzen baştan aşağıya adaletsizlik üstüne kuruludur. Büyük şehirlerdeki eğitim niteliksiz iken kırlardaki özellikle de Kürt illerindeki eğitimin ne kadar “nitelikli” olabileceğini siz düşünün. Bu durum akıllarda “Peki eğitim sistemi neden böyle?” sorusunu meydana getiriyor. İnsanların algısını daraltan, aşıladığı kültürel yapıyla hayatlarımızı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiren sistemin tek amacı kendini yenilemektir. Eğitim sistemi de kapitalist düzenin çarklarını döndürebilmesi için yağ sağlamaktan başka bir şey yapmaz. Parası olan özel okullara giderek var olan eğitimin bir bakıma daha iyisini alır. Evet “alır” çünkü ülkemizde eğitim metalaşmış bir ürün. Merkezi sınavlar, eğitimin alınıp satılır hale gelmesini kolaylaştıran en büyük faktörlerdendir. Tamamen farklı maddi, manevi, coğrafi şartlarda, tamamen farklı nitelikte, kalitede eğitim gören öğrenciler, tamamen aynı soruların olduğu merkezi yerleştirme sınavlarına tabii tutuluyor ve bunun sonucunda sınıfsal konumundan kaynaklı maddi geliri yüksek olan kişilerin eğitime ayırabildikleri bütçe diğerlerine göre daha fazla olduğundan eğitim, sınıfsal farkın, parasal çelişkilerin ve fırsat ayrıcalığının en belirgin olduğu alanlardan biri haline geliyor. Özel okullar, para karşılığında zaten devletin sağlaması gereken eğitimi satıyor. Devlet, kendi okullarını niteliksizleştirerek parası olan kişileri, parası olmasa bile borç altına girip çocuğunu özel okula gönderen velileri müşteri olarak görmektedir.
Bizler az ya da çok birtakım farkındalığa sahip isek bu bize verilen eğitimden ya da zekâmızdan kaynaklı değildir. Bizlere temas eden başka insanlar vasıtasıyla bu farkındalığa varmışızdır. Doğum anımızdan itibaren bu algı ile doğmadık. Kimilerinin “çok zeki” olarak gördüğü Antik Yunan felsefecilerinin bunca konu üzerine bu kadar düşünebilmelerinin nedeni zekâları mıdır? Hayır içinde oldukları şartlardır. Antik Yunan’da yaşamış olan filozofların, felsefecilerin hepsinin köleleri bulunmaktaydı. Gündelik işlerinden yana hiçbir kaygıları olmadığından zamanı dolaylı yoldan satın almışlar, böylelikle de düşünmeye, gözlemlemeye vakit ayırabilmişlerdi. Düşüne düşüne, gözlemleye gözlemleye fikirlerini şekillendirmiş, algılarını genişletmişlerdi. Vaziyet böyleyken hayatta kalabilmek için gece gündüz çalışan insanların, akşam yiyebilecekleri bir kuru ekmek için saatlerini heba eden işçilerin, emekçilerin kendilerine düşünecek, başka işler, konular üstüne kafa yorabilecekleri zamanı yaratmaları ne kadar gerçekçidir? Bu şartlara rağmen durumun farkında olan kimseler de yok değildir. Onlar da kendilerine temas eden bir başkası tarafından bilinçlendirilmiştir veyahut eve yorgun argın döndüğünde yiyecek yemeği bulunmadığından aç acına, kara kara neden bu halde yaşamak zorunda olduğunu sorgulamıştır. Bu zamanı yaratabilmesinin sebebi de yemek yeme süresince yemek yiyememesidir.
Var olan eğitim sistemi, dayatılan gelenekçi, tekrarcı ve gerici kültürü taşıyor. İnsanların kendilerini geliştirememesinin en büyük nedeni de kendi çizdiği doğrultuya sığmayan, farklı ufuklara açılmak, kabiliyetini bulmak isteyen öğrencileri “salak”, “aptal” ilan eden eğitim sistemidir. Okulda sınıfın en arkasında oturup dersi kaynatan öğrenci, dersi dinlemeyen kişi salak mıdır? Neden öyle olsun ki? Okullarda dayatılan tek düze, niteliksiz eğitim sistemi zaten biz gençlerin, biz öğrencilerin algısını daraltıp denileni yapma prensibine sokmaktan başka bir amaç gütmemektedir. Eğer bir öğrenci buna ayak uyduramayıp beklenilenin dışında tepki veriyorsa bunun sebebi onun ilgi alanının farklı olmasıdır. Ülkemizde bulunan eğitim, insanların kendilerini asıl yatkınlıkları olan alanlarda bulamamaları üstüne kuruludur. Sistemin çarklarını yağlamak için biz gençler araçsallaştırılıyoruz. Her denilene uyan, her denilene biat eden bir kişilik yapısı yaratılmak isteniyor. Peki kimler yatkınlıklarını keşfedip kendini bu konuda geliştirme fırsatına erişebiliyor? Zenginler, devlet içinde bir koltuğu olanlar, özel okulları olan milli eğitim bakanları…
Var olan eğitim sistemini şöyle özetlemek çok da yanlış olmaz diye düşünüyorum: Parası olmayan, devlet okuluna gidip her denileni yapma üzerine eğitim alıyor; zar zor para bulup devlet okulundan daha iyi bir eğitim için özel okula giden, olması gereken eğitimi oldukça pahalı bir şekilde satın alıyor. Bu satın alım sonucu cebine para atan zenginler ise yurtdışında eğitim görüyor.
Pekâlâ, böyle olmaması gerekiyorsa eğitim nasıl olmalı? Bir kere eğitim sırf meslek edinmek için değil bireyin karakteristik yapısının şekillenişi için de önemli bir unsurdur. Birey, bulunduğu ülkenin tarihini, kültürünü keşfedebilmelidir. Dini dersler kaldırılmalı, inançlar üstüne bilgi edinmek isteyenler o inanca ait medreselerde, dini kurumlarda zorunlu olmayacak şekilde bilgi edinebilmeli. Ülkede yaşamakta olan her ulustan kişi kendi anadilinde eğitim almalı, kendi kültürel, tarihi mirasını nesnel bir açıyla keşfetmesine olanak sağlanmalıdır. Eğitim, tüm insanlık tarihini ve bu tarihteki birikimi öğrenciye aktarmalıdır. Bireyin toplumsallaşmasını esas almalıdır. Kendini toplumda ezen-ezilen ilişkisini gerçekleştirmeksizin var eden özgüvenli, toplumsal ilişkileri kavramış, üretken insanlar yetiştirmeyi amaçlamalıdır. İnsanları teorik ve teknik kabiliyetlerine göre ayırmak yerine politeknik bir biçimde her iki alanda da gelişim, öğrenim sunmalıdır. Eğitim yalnızca ezberlenip, soru sorulduğunda söylenen, sınavlarda şık işaretlemek için kafamıza yerleştirilen anlamsız, hayatta ve pratikte hiçbir manası olmayan bilgileri edindirip sonucunda da bir kâğıt parçası olan diplomayı ödülmüşçesine vermek yerine bireyi toplumsal üretimin bir parçası olabilecek şekilde yetiştirmeye yaramalıdır. Bunu yaparken teori ve pratiği harmanlayıp şu anki beyin ve kol emeği ayrımının tersini, olması gerekeni hayata geçirmelidir. Öğrencinin öğle yemeği ücretsiz verilmeli, kantin sağlıksız olan her türlü etkenden arındırılmalıdır. Eğitim zorunluluğu olacağından ulaşım kamusal olmalı, öğrencilere toplu taşıma ücretsiz servis edilmelidir. Ataerkil anlayışa sahip, cinsiyetçi bilinci aşılayan her türlü içerik müfredattan kaldırılmalıdır. Gerici, tüketici algıyı yayma üzerine kurulu bu paralı eğitim sisteminin zıttı olan yenilikçi, üretici bilinci topluma aktarma amacı güden, ücretsiz, kamusal eğitime geçilmelidir.
Günümüzde eğitim, toplumsal bir sorun olarak durmaktadır. Yaklaşmakta olan 1 Mayıs’a geleceğin işçisi, emekçisi olan biz gençler, biz öğrenciler “parasız, bilimsel ve anadilde eğitim” talepleri ile yerimizi alacağız. Adaletli, yaşanılabilir, eşitlikçi bir gelecek için omuz omuza vererek bu talepleri görünür kılacağız. Hakkını savunanlar olarak, yaşanmakta olan adaletsizliğe karşı bir olarak, çürümüş, kokuşmuş düzene karşı “Zorunlu din dersleri kaldırılsın! Demokratik laiklik!” demeliyiz. Cinsiyetçi, ayrımcı patriarkaya karşı “Kadın sömürüsüne, kadın cinayetlerine son!” demeliyiz. Demokratik liseleri kuracağız… Hayat pahalılığını umursamayarak büyüyen sermayeye, onu koruyan faşizme karşı “Mafya düzeninizi yıkacağız, bizden çaldıklarınızı alacağız!” demeliyiz. Ve geriye dönüp baktığımızda, ardımızda duran, arkamızı kollayan, omuz omuza verdiğimiz yoldaşlarımıza “Yaşanılabilir bir ülkeyi birlikte kuracağız!” demeliyiz. Bunların hepsini 1 Mayıs’ta, alanlarda, kol kola, haykırışlarımız, nidalarımız bir bütün halinde yükselirken demeliyiz!
Yaşasın 1 Mayıs! Biji Yek Gulan!