Macaristan’dan alınamayacak dersler

Devletin ve sermayenin çizdiği sınırları zorlayarak halkta gerçek bir dönüşüm umudu yaratamayan muhalefetin ölüm döşeğindeki neoliberalizmin neo-faşist liderlerini sandıkla geriletme şansı yok.

Macaristan seçimlerinde ortaya çıkan sonuçlar, burjuva muhalefetin faşizmle “mücadele” yöntemlerinin verimliliği üzerine tartışmayı büyüttü. Giderek ülkenin milli şefi haline gelen Orban’ın üst üste dördüncü dönemde seçimleri kazanması, restorasyon projesi ortaya koymaya çalışan ve tesadüfe bakın ki 6 partiden oluşan muhalefet bloğuna %20’ye yakın fark atarak parlamentoda üçte iki çoğunluğu elde etmesi liberal çevrelerde son zamanlarda yükselmekte olan tedirginliği büyütüyor. “Orada o kadar büyük ekonomik kriz yokmuş, Orban aslında hala yönetebiliyormuş, burada işler çok başka” züğürt tesellileri eşliğinde soğukkanlılıklarını yeniden tesis etmeye çalışıyorlar ancak son birkaç haftadır yaşanan özgüven kaybı da rahatlıkla gözlenebiliyor.

Orban’ın ve partisi FIDESZ’in kazanmak için her türlü dalavereyi çevirdiğine, iktidar olmanın tüm olanaklarını seçimde adalet ilkelerini hiçe sayacak şekilde kullandığına, özellikle kırsal bölgelerde seçmen oylarını satın almak için alenen rüşvet dağıttığına, muhalefetin sözünün halka ulaşmasını engellemek için her türlü baskıyı uyguladığına şüphe yok. Ancak bunda hiçbir sürpriz de yok, malum Orban “illiberal” bir lider olmakla açıkça övünen ve demokratik katılım olanaklarını her fırsatta daha da sınırlayan faşist bir lider. Böylesi bir iktidarla sadece seçimler yoluyla hesaplaşabilmek mümkün mü? Türkiye’deki burjuva muhalefetin bu dersi alamayacağı çok açık ancak Budapeşte’den gelen haberler aksi yönde bir sinyal veriyor.

Neoliberalizmin müzmin krizine rağmen yaşamaya devam etmesi için kendisine can simidi olarak sentezlediği neo-faşizmin koşullarında seçimlerin rejime meşruiyet kazandıran bir incir yaprağı olmanın ötesinde sonuçlar yaratabilmesi halkın, seçimlerin ıssız bir çöldeki tek damla su haline getirilmesi senaryosuna karşı sürekli infial halinde olabilmesine bağlı. Halkın mobilizasyonu, seçimlerin gerçek bir dönüştürücü rol oynayabilmesinin tek çaresi.

Örneğin Bolivya’da halkın askeri darbeyi paçavra haline getiren kitlesel direnişi, Cochabamba’lı emekçilerin başkenti titreten kitlesel eylemleri olmasaydı rejimin göstermelik bir seçimle kendisini konsolide edebilmesi içten bile değildi. Ancak neyseki Morales ve Linera’lı MAS, Bolivya halkına faşizme karşı sükûnet telkin etmedi, “aman seçimleri bekleyelim bir tatsızlık çıkmasın” çıkmaz sokağına sapmadı. Halkın örgütlü öfkesi hareket halinde olabildiği için, momentumunu sürekli artırmayı başardığı için ülkeyi iç savaş ve bölünme korkusuyla teslim almaya çalışan darbeci güruh gün yüzü göremedi, birbirine düştü. Darbenin lideri Anez şimdi cezaevinde.

Benzer biçimde Şili’de de halk hareketi kendi içerisinden çıkardığı bir siyasi temsiliyet sayesinde Pinochet mirası bir siyasi gericiliğin ortak adayı Katz’ı yenmeyi başardı. Emekçi sınıfların siyasi mobilizasyonunun siyasi sonuçlar yaratamadığı Hindistan’da ise büyük köylü direnişi faşist Modi’ye geri adım attırabildiyse de kendi içinden istikrarlı bir siyasi liderlik yaratamadığı için bunu taçlandıramadı.

Macaristan’da muhalefetin lideri Peter Marki Zay, genç temiz yüzlü bir ekonomist ve dindar bir Katolik. Ukrayna krizinde aldığı ultra Batıcı tutumun seçimi kaybetmesinde önemli rol oynadığı belirtiliyor. Orban “balkon” konuşmasında “hem ulusal hem de küresel” sola karşı zafer kazandığını ilan etti ancak Macaristan seçimlerinde neoliberalizmin sınırlarını zorlayan bir sol programın esamesi bile okunmuyordu. Muhalefetin önerdiği “Batı standartlarında demokrasi” başkent dışında ve özellikle de gelecek kaygısı taşıyan gençlerde bir karşılık yaratmadı. Brüksel’i ve sermayeyi ürkütmemek için halkın ekonomik sorunlarına öncelik veren bir programdan kaçan, sağcı Orban’la “kim daha Katolik” kimlik yarışına giren Batıcı muhalefet, kazanması için gereken büyük enerjiyi ortaya çıkaramayınca çığ altında kaldı.

Devletin ve sermayenin çizdiği sınırları zorlayarak halkta gerçek bir dönüşüm umudu yaratamayan muhalefetin ölüm döşeğindeki neoliberalizmin neo-faşist liderlerini sandıkla geriletme şansı yok. Ekonominin kötü olması, halkın geçinemiyor olması gündelik hayatta buna yönelik güçlü ve örgütlü bir öfkenin ortaya çıkmadığı koşullarda tek başına iktidarı yenmek için yeterli momentumu yaratamaz. “Devletin hassasiyetleri” gerekçesiyle Kürtlerin siyasi temsilcilerine dirsek gösteren, sermayenin çizdiği sınırları aşmamak adına iktidarla zam yarıştırmaya kalkışan, halkın açlığa ve yoksulluğa karşı öfkesini eve kapatmak için neredeyse devletin ideolojik aygıtlarından daha büyük çaba harcayan bir muhalefetin halkta hayal kırıklığı yaratmaktan başka bir şansı olamaz.

Halkın hayal kırıklığı yaşaması kader değil. Yaşanacak bir ülkeyi birlikte kurma mücadelesini büyütmek için dostlarımızla birlikte kollarımızı sıvamak, hem halkın acılarını örgütlü bir biçimde görünür hale getirmek hem de halka seçeneksiz olmadığını göstermek için önümüzde koca bir 1 Mayıs var. Bu olanağı en iyi biçimde değerlendirebilmek ise her birimizin ne kadar daha fazla özveri ortaya koyabileceğine bağlı.