Slogana gömülü paragraflar
Yaşanacak bir ülkeyi birlikte kuracağız. Tek bir cümlede üç paragraf gömülü.
Hedefimiz “yaşanacak bir ülke”dir.
Faşizm ülkeyi korkunç bir yıkımla yüz yüze bıraktı. Pandeminin tüm yükü emekçilerin sırtına yüklendi. Çarklar dönsün diye işçiler can verdi. İş cinayetlerinde her gün ortalama 5 işçi hayatını kaybediyor. Ne işte ne eğitimde olan gençlerin oranı %29. Sadece narko-devlet Kolombiya daha yüksek (%30) bir orana sahip bu konuda. Kadınlar, erkekler tarafından çeşitli gerekçelerle öldürülmeye devam ediyor ama İstanbul Sözleşmesi askıda. Doktorlar bile ülkeden kaçmaya çalışıyor. Tarım çökmüş, topraklar ekilmiyor, ülke kendi gübresini de tohumunu da buğdayını da üretemez halde. Savaş makineleriyle övünenler halkı açlıkla sınıyor. Enerji kaynaklarında dışa bağımlılık her gün daha da büyüyor. Havayı zehire dönüştüren linyiti çıkarmak için zeytinlikler talana açılıyor. Ormanlar cayır cayır yanarken, canlılar nereye kaçacağını bilemezken ellerini ovuşturan yatırımcılar, imar değişiklikleri için iktidar partisinin yerel yöneticilerinin kapısını aşındırıyor. Kürtsen belediyene kayyum, diline kilit. Aleviysen inancına saygı göstermeyen tahakküm. Kadınsan şiddet var, istihdam yok. Yeniden üretim emeğinin kadından ücretsiz sökümüne paravan olacak bir dolu hurafe kafalardan aşağı boca.
Ülkeyi yaşanamayacak hale getiren sermaye diktatörlüğünün adı faşizmdir.
Sarayın bitkisel ekonomi bakanı sermayenin önüne kırmızı halıları nasıl sereceğini bilemiyor. “Gelin” diyor, “bir telefonunuza bakar, her kuralı kaideyi yerle bir ederiz, sermayenizi üçe beşe katlarız, siz yeter ki gelin”. Faizi düşürerek enflasyonu düşürme cin fikirliğini ayakta tutabilmek için keşfedilen Kur Korumalı Mevduat ödemeleri başlıyor, kur artmasa bile önümüzdeki 40 gün içinde hesap sahiplerine 40 milyar TL ödenecek. Kolinlere Limaklara yıllarca bütçeyi hortumlama olanağı verecek Çanakkale Köprüsü’nün yapım maliyetine denk bir meblağı sermayenin kaymak tabakasına peşkeş çekmenin yeni bir yolu da böylece keşfedilmiş oluyor.
Bunlar iş bilmezlikten, cehaletten, beceriksizlikten değil tam da kamusal kaynakları sermayeye aktaracak mekanizmalar icat etmek amacıyla yapılıyor. Bayburtlular halay çekerken takkeli tekkesiz sermaye semirmeye devam ediyor.
Oysa bu kaynakları halkın ölümüne çalışması yaratıyor. İşte bu kaynakların halkın denetimine alınmasını, halkın kendi iradesiyle kendi emeğinin sonuçlarını yönetmesini, kamusal kaynakların demokratik planlama aracılığıyla ülkeyi kriz sarmalından kurtaracak, yaşanacak bir ülke yaratacak sahalara yönlendirilmesini sağlayabiliriz. Ekonomide demokrasi olmadan, gerçek bir demokrasi olamayacağını gürce haykırabiliriz.
Mehmet Yılmazer, 1991 sonrasında “sosyalizmin pratik hedef olmaktan çok, yeniden ütopya bulutlarının üstüne çıkarılmasını”nın ağır sonuçlarını eleştirmişti. Bugün egemen sınıf fraksiyonlarının halkın sorunlarını görmezden gelen, tam tersine onları daha da büyüten, halkı sokağa pazara çıkamaz hale getiren ekonomi politikaları karşısında hem demokratik planlama hem de güvence toplumuna acil geçiş programları güncel, gerçek ve sonuçları anında gözlenebilecek somut önerilerdir, yaşanacak bir ülkenin DNA’sıdırlar. Emeğin, eşit vatandaşlık talep eden halklarımızın ve erkek egemenliğine sokakları dar eden kadınların kurtuluşu olmadan yaşanacak bir ülke inşa edilemez.
“Birlikte”.
Günümüzün devrimci öznesi çokludur. Bu devrimci özne sahici bir dönüşüm programı ekseninde güçlerini birleştirebildiği oranda yaşamda ağırlığını hissettirecektir. Sadece kendisini dayatan, hep kendisini yaşayan, hep merkezde söz sahibi olmak isteyen değil birbirinden öğrenen birlikte mücadele edebilen, farklılıklarını koruyabildiği gibi ortak kararlarının arkasında da dimdik ve kararlı bir biçimde durabilen bir özne ancak yaşanacak bir ülkenin inşasının fitilini ateşleyebilir. Dolayısıyla yaşanacak bir ülkeyi birlikte kurma arzusu bir daveti de içermektedir. Sürekli yeni çemberlerle büyüyen bir mücadele ağı, “hepimiz birimiz birimiz hepimiz için” diyebilen bir kavga yoldaşlığı kurma çabasıdır.
“Kuracağız”.
Halk olarak kendimizden başka kimseden bir beklentimiz yok. Bu yaşanan felaketin temel sebebi, halkın kurucu bir özne olmaktan uzaklaşmasıdır, izleyici konumuna hapsedilmesidir. Halkın kurucu iradesi dışında yaşanacak bir ülkeyi yaratabilecek bir irade ortada görünmemektedir. Kılıçdar’ın utangaç devletçi mıymıntılığının Newroz’a akan milyonlarla helalleşebilecek bir ufku olabilir mi? Hakkını söke söke alan işçiler, erkek devlete sokağı dar eden kadınlar, her türlü zorbalığa rağmen Newroz’lara akan Kürtler. İşte kurucu öznenin pırıltısı buradadır. Ne faşizmin postalı, ne mıymıntı muhalefetin beyhude tavafları bu gerçek olanağı boğamayacak.
Yaşanacak bir Ülkeyi Birlikte Kuracağız.