Bir türlü dikiş tutmayan ekonomi

Doğrudan faiz artırımı yapılırsa bunun zararını o yüksek faizi kullananlar dolaysızca çekecektir. Dış piyasalardan doğrudan kredi temin edemeyen “iş insanları” için faizin yükselmesi onlara büyük bir yük olacak, öte yandan Sarayın istediği iç piyasadaki canlanma yaratılamayacaktır. Böylece bedeli irili ufaklı “Beştepe kapitalistleri” ödeyecektir. Oysa “dövize endeksli mevduat”ın zararlarını Hazine üstlenmektedir. Böylece “Beştepe kapitalistlerinin” zararları bütün vergi mükelleflerine yüklenmektedir.

Son kararlarla ya da yeni ekonomi programıyla bir kaç hafta önce ilan edilen ekonomi programının “tabutuna çivi çakıldı.” (Durmuş Yılmaz, eski merkez bankası başkanı) “Çin modeli mi?” yoksa “Türk Modeli mi?” tartışması yapılırken birden model değişti.

Ucuz Türk lirası ile ihracat arttırılacak(“rekabetçi kur”) dolayısıyla üretim artacak, bu yeni yatırımları teşvik edecek, böylece doğrudan yatırımlarda artış olabilecek… gibi devam eden söylemlerle propaganda edilen tabutuna çivi çakılan son ekonomi programı artık geçerli değildir. Saray son konuşmasında en galiz küfürlerle TÜSİAD’a yüklenirken onların söylediklerini dolaylı yoldan uygulamaya geçti.

Hazine bakanı Nebati son programı iş insanlarıyla konuşurken “100’er milyon dolar bozdurun” ve “bize güvenin” demişti. Olmadı! Kimse bu programa güvenemedi. Hatta MÜSİAD bile mesafeli açıklamalar yapmıştı. Ancak Saray yüksek tondan efelenmeye başlayınca “destekliyoruz” açıklaması yapmayı uygun gördüler.

Rekabetçi kurun bir sınırı var mıydı? Bunu kimse bilmiyor! Çünkü Merkez Bankası “kurla ilgilenmiyoruz” açıklaması yapmıştı.

Yeni programın veya Bakan Nebati’ye göre “manifesto”nun özünde ne vardır? “Dövize endeksli mevduat hesabı” finansal aracı devreye sokulmuştur. Böylece banklardaki dolar hesaplarında bir çözülme olması amaçlanıyor. Hazine, kur farkından dolayı zarara uğrayacak hesap sahiplerinin kayıplarını karşılayacaktır. Bunun açık anlamı “örtük faiz artırımıdır.”

“Mahfi Eğilmez bunun dolaylı bir faiz artışı olduğunu belirtti, “Kur % 40 artmış, faiz % 14 ise aradaki 26 puan ödenecek. Ve bunun adı faiz olmayacak. Müthiş” dedi.” (BBC Türkçe)

Neden Saray böyle yan yollardan gidiyor. Açık faiz artırımı yapmak yerine örtülü yolları seçiyor? Bunun nedeninin “nas” olduğuna inanmak mümkün değil. AKP yirmi yıldır iktidarda, Saray’ın aklına “nas” yeni mi geldi?

Doğrudan faiz artırımı yapılsaydı, elbette Erdoğan kendi teorisini inkar etmek gibi zor bir durumda kalacaktı. Ancak bunu Erdoğan kaç kez yaptı. Üstelik Reislerine inanan insanlar için böyle dönüşler hiç sorun yaratmıyor. Sorun çok farklı bir yerde duruyor. Doğrudan faiz artırımı yapılırsa bunun zararını o yüksek faizi kullananlar dolaysızca çekecektir. Dış piyasalardan doğrudan kredi temin edemeyen “iş insanları” için faizin yükselmesi onlara büyük bir yük olacak, öte yandan Sarayın istediği iç piyasadaki canlanma yaratılamayacaktır. Böylece bedeli irili ufaklı “Beştepe kapitalistleri” ödeyecektir. Oysa “dövize endeksli mevduat”ın zararlarını Hazine üstlenmektedir. Böylece “Beştepe kapitalistlerinin” zararları bütün vergi mükelleflerine yüklenmektedir. Sarayın ekonomik denklemi hep aynı: Devlet hazinesinden yandaşlara sermaye transferi…

Öte yandan akla şu sorular da geliyor: Dolar hesapları çözülmeye çalışılırken son uygulama ile bütün TL mevduatları bir anlamda dolarize edilmiş oluyor mu? Evet! Ancak güven yerlerde olduğu için insanların dövize bağlı hesaba yönelmeleri zayıf olasılıktır.

Bir diğer konu, yan yollardan faiz artırımı yapıldıkça piyasada özellikle bankalar arası rekabette faiz üzerine spekülasyonların olması kaçınılmazdır.

Sonuç olarak, ekonomiye yeni bir biçim verilmek yerine yeni spekülatif boşluklar yaratılmıştır. Dövize endeksli mevduat zararlarını ödemek için Hazine iki şey yapabilir. Yüksek faizle piyasadan borçlanacaktır. Bu Merkez Bankası’nın para basması anlamına gelir. 1967’lerde ilk uygulanan “dövize çevrilebilir mevduat” yurt dışındaki işçilerin dövizlerini çekmeyi amaçlamıştı. İçeride hızla yükselen enflasyon nedeniyle bu uygulama tercih edilmişti. Ancak uygulama hazinenin büyük borç yükünü ödeyememesiyle sonuçlandı. Bu borcu ancak 12 Eylül iktidarları halkın boğazını sıkarak ödeyebilmişti.

Ankara’nın önünde benzer riskler duruyor. Hazine’nin büyük borç yükü altında kalması ve “süper  enflasyonun” patlaması kapıda bekliyor. Bütün bu olan biten arasında krizden çıkış için bir ekonomik program arayanlar çok yanılıyor.

Saray bunları yaparken nasıl bir strateji uyguluyor? Bunu T24 yazarı Uğur Gürses çok güzel dile getirmiş: “Seçimi kazanırsak bu bedele değer; kaybedersek de kazananın sırtına yük olsun.”