Neo-Kemalizm Gelecek mi?
1990’ların ikinci yarısından itibaren giderek hegemonik bir güç haline gelen siyasal İslam’ın irtifa kaybetmesi neo-Kemalist eğilim ve beklentileri güçlendiriyor. Kimi genç akademisyenler Millet İttifakı’nın aparatları olmak için canhıraş bir çaba içerisinde neo-Kemalizm manifestoları yayınlamakla meşguller.
Bu yaz yaşananlarla birlikte daha da hızlanan iktidarın toplumsal desteğinin çözülüşü, AKP sonrası döneme dair tartışmaları derinleştiriyor. İktidarın en sıkı destekçileri arasında bile çözülmenin izlerine tanık olmak mümkün. Ekolojik krizin sel ve yangınlar şeklindeki sonuçları da bu tabloyu belirginleştiriyor. Yakın geçmişe kadar Saray’dan çıkmayan kimi sanatçıların gündemlerin yakıcılığından yararlanarak imaj değiştirme hamleleri yapmaları da zemin kaymasının geniş kesimler tarafından algılandığının bir işareti olarak okunabilir.
1990’ların ikinci yarısından itibaren giderek hegemonik bir güç haline gelen siyasal İslam’ın irtifa kaybetmesi neo-Kemalist eğilim ve beklentileri güçlendiriyor. Afganistan’ın başkenti Kabil’in Taliban güçleri tarafından ele geçirilmesi çok kısa süre içerisinde “Atatürk ve silah arkadaşlarına neler borçluyuz neler?” ayinleri düzenlenmesini tetikleyebildi. Kimi genç akademisyenler Millet İttifakı’nın aparatları olmak için canhıraş bir çaba içerisinde neo-Kemalizm manifestoları yayınlamakla meşguller.
Siyasal İslam’ın 20 yıl içerisinde ülkeyi bir kurumlar mezarlığı, yolsuzluklar cenneti, eşitsizlikler laboratuvarı, güncel faşizm deneyi haline getirmesi sonrasında siyasal İslam’ın antitezi olarak görülen M. Kemal’in bir kurtarıcı figür olarak görülmesi belki de anlaşılabilir. Ancak tezin Kemalizm, antitezin siyasal İslam olduğu bir diyalektik sürecin sentezinin yine Kemalizm olması bir tarihsel zorunluluk değil. Laiklik ve milliyetçiliğin farklı dozlarda karışımından oluşan ideolojik konumlar bu neo-Kemalist arayışın farklı konakları olarak ortaya çıkıyor ve aslında Millet İttifakı eliyle gerçekleşebilecek bir restorasyonun da ideolojik çerçevesini oluşturuyor.
Siyasal İslam nasıl yıllarca tüm defolarını eski rejimin yarattığı sorunlarla örtmeyi başardıysa neo-Kemalistler de siyasal İslam’ın yarattığı büyük çöküşün bütün günahlarını temize çektiği düşüncesinin rahatlığı ve özgüveniyle konuşuyorlar. Burjuva düşüncesinin Türkiye siyasi tarihinin son 100 yılına damgasını vuran bu iki eğilimi kendilerini birbirlerinin mutlak alternatifi olarak göstermeyi, diğer alternatifleriyse elbirliğiyle etkisizleştirmeyi temel ilke olarak koruyorlar. Kendilerini, birbirlerinin anti tezi olarak göstermenin, kendi tabanlarının korkularıyla çizilmiş zihinsel dünyalarını sürekli yeniden üretmenin kolaylıklarından yararlanma isteklerini koruyorlar. 12 Eylül’ün devrimcileri ezerek sahayı İslamcılığın yedi rengi için nadasa bırakmasıyla 2015 sonrasında Kemalistlerin HDP ve müttefiklerinin ensesinde boza pişirilmesini mütereddit de olsa bir huşu içinde izlemesi benzer dinamiklerden besleniyor.
Bugün Afganistan da Türkiye de sosyalistlerin yenilmesinin faturası olarak halkları için giderek birer cehenneme dönüşüyor. Sosyalizmin yenilgisi dünyayı yaşamın tüm renkleri için çekilmez bir hale getirmeye devam ediyor. Türkiye’nin Afganistan’a burnunu sokma çabası ise AB ve ABD’yi SWAP kanallarını açmaya ikna etmek için verilen çirkin bir rüşvet kategorisinde ele alınmak durumundadır. Alt-emperyalist hayaller yaşanan irtifa kaybı sonrasında leşçi sırtlan siyasetine geri dönmüştür (Ormanlardan korkutucu ulumaları eksilmesin istediğimiz sevgili sırtlanlardan teşbihimiz için peşinen özür diliyoruz.)
Dolayısıyla birbirinin simetrik düşman kardeşleri Kemalizm ve siyasal İslam arasında halklarımızı seçeneksiz bırakmama noktasında çok daha kararlı olmalıyız. Sosyalizmi genel formüller ve yıkılmış bir tarihin enkazlarının sentezi görünümünden çıkarıp bütün o zengin deneyimimizle ortaya güncel ve etkin bir program olarak 21. yüzyıl sosyalizminin çerçevesini teorik ve pratik olarak yeniden inşa etmeliyiz. 21. yüzyıl sosyalizminin genel formülasyonu (eşit vatandaşlık + güvence toplumu) prensip çatısına dayanmaktadır. İslamcılığın, milliyetçiliğin ve en önemli ortak paydaları patriyarkanın dışladığı tüm kesimleri eşit vatandaşlık programı için mücadelede birleştirebiliriz. Eşit vatandaşlık, güvence toplumunun siyasi toplumun yeniden kuruluş ilkesi olarak karşılığı çerçevesinde değerlendirilebilir. Kürtlerin, Alevilerin, gayrimüslimlerin, LGBTİ+’ların eşit vatandaşlığının temini bir devrim sorunudur. Bu seçeneğin ortaya konmasında HDP’nin sağladığı muazzam kaldıraç gücünü görmeyen bir noktadan sosyalist siyaset geliştirme çabası ise yanan bir evin içinde evcilik oynamaya benzemektedir.
Düzensiz göçmenler üzerinden fırtınalar kopartılıp, pogromlar kışkırtılırken eşit vatandaşlık ikna edici bir biçimde savunulabilir mi? Kesinlikle evet. Bir taraftan AKP’nin mültecileri emperyalizmle pazarlık kozu olarak kullanan ikiyüzlü göçmen siyaseti deşifre edilirken bu topraklarda yaşayan herkesin temek sosyal ve ekonomik haklarını güvence altına alacak bir söylemi ve mücadeleyi üretmek yükseltilmek istenen göçmen düşmanlığını da boşa düşürecektir. Göçün sorumlusu göçmenler değil Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de olduğu gibi emperyalist müdahalelerdir, gözü doymaz kar hırsının tetiklediği küresel eşitsizlikler ve ekolojik krizlerdir. İşçinin sınıfının çok daha kozmopolit bir karakter kazanması bu çağın koşullarında kaçınılmazdır. Bursa’da Suriyeli işçilerin Whatsapp grubu üzerinden gerçekleştirdikleri eylem sonrasında patronların yükselen işçi ücretlerinden şikâyet etmesine yol açan deneyimlerin sayısını artırmak, göçmenlerin asgari ücret altında çalıştırılmasına karşı ortak mücadeleyi yükseltmek hem AKP’yi hem de ırkçı yaygaracıları hesap vermeye zorlamanın en sağlıklı yoludur.
Şunun altını hiç bıkmadan çizmeliyiz faşizmin hegemonya kaybı zor aygıtının çözülmesi evresine varmadığı sürece tereyağından kıl çeker misali bir “demokratikleşme” ummak hayalciliktir. Dolayısıyla olası bir geleceğin siyasi görevleriyle anti-faşist mücadelenin görevlerini birbirine karıştırmamakta fayda vardır.
Ancak görünen köyün kılavuz istemediği durumlarla ilgili de plan, program ve eylem kapasitesine sahip olmak için kolları sıvamak gerekiyor.