Kanal İstanbul’da ısrar neyin işareti?

Kanal İstanbul, vatan-millet-bayrak lobisinin vatan düşmanlığının en açık alameti farikası olacaktır. Milyonlarca dolarlık çökmeleri sürdürebilmek için çöreklendiğiniz koltuklardan kalkmanızın an meselesi olduğunu gösteren bir işaret olarak okunması da mümkündür.  

Fotoğraf: Şebnem Coşkun/Anadolu Ajansı

Yaşanılabilir bir ülkeye sahip olmakla faşist rejimi devirmek arasındaki illiyet bağı giderek sıkılaşıyor. Ekolojinin son 20 yılda uğradığı büyük yıkıma rağmen daralan sermaye birikim olanaklarını genişletmek için ülkenin altının üstüne getirilmesiyle ilgili ısrarın daha da görünür hale gelmesi birçok açıdan patlama noktasına gelmiş orta sınıflarda etki yaratacak reaksiyonlara yol açabilir.

Önümüzdeki hafta içinde temeli atılması beklenen Kanal İstanbul Projesi birçok açıdan bir öfke patlamasına yol açması gereken ateşlenmeye hazır bir fitil olarak görünebilir. Kanalın ÇED Raporu’nun hazırlanması konusunda danışmanlık hizmeti veren İTÜ’den 9 akademisyen, aynı zamanda 15 kişilik bilirkişi heyetinin üyesi. Mimarlar Odası’nın ÇED raporunun iptali için açtığı davada, yine bilirkişi heyetinin bir üyesi olan YTÜ’den bir öğretim görevlisi hidrolik ve çevresel etkilerin en az olması yönünde hazırladığı bir raporun yetkililerce uygun bulunmadığını ve yeniden düzenlenmesi gerektiğinin söylendiğini açıklamıştır. Bu raporun İTÜ tarafından deşifre edildiği ve söz konusu hocanın kimi tehdit ve uyarılar aldığı da ifade edilmiştir. Çevre ve Şehircilik ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı yetkilileri, bilirkişi heyeti üyelerini çekincelerini tekrar gözden geçirmeleri için gayriresmî bir toplantıda üstü kapalı tehdit edilmişlerdir. Devlet kendi oluşturduğu bilirkişi heyetini neredeyse silah zoruyla ÇED raporu hazırlamaya zorlamıştır ve belki de bütün şehrin kaderinin bağlı olduğu böylesi bir gelişme kamuoyunda asgari ilgiyi bile görmemiştir. YTÜ Rektörü, öğretim görevlisine yapılan bu muameleye itiraz edeceğine kampüsünün içine Millet Bahçesi kurarak Saray’a yaranmanın hesaplarını yapmaktadır.

İstanbul Boğazı’nın gemi trafiğini taşımak için yetersiz ve riskli olduğu iddiası ikna edici değildir. Son yıllardaki gemi kazalarının tamamının gemi arızalarından ileri geldiği kayıt altındadır.

Sazlıdere Barajı ve Terkos göllerinin inşaat kapsamında neredeyse tamamen ortadan kalkacak, yer altı sularının boşalacak ya da tuzlanacak olması ise giderek nüfusu artan şehrin su kaynaklarını daha da daraltacaktır. İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için Batı Karadeniz’e kadar uzanmak artık neredeyse bir zorunluluk haline gelecektir. Kuzey Ormanları’nın daha büyük bir bölümünün yok olmasıysa su rejimini daha da bozacaktır. Kentin temiz hava ihtiyacını karşılayan Kuzey Ormanları’nın uğradığı tahribatın hava kirliliğinden kaynaklanacak hastalıkların frekansını büyüteceği kesindir.

İstanbul’un en önemli arkeolojik kalıntılarından Yarımburgaz Mağarası da inşaat esnasında yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalacaktır. Yaklaşık 400 bin yıllık bir tarihi olan yerleşim yerinin umursamazca yok edilmesi yerli-milli Türkçü-İslamcı iktidar bloğunun fıtratına gayet uygundur.

Müsilajın Marmara’nın bir can çekişmesi olarak görülmesi gerekirken Kanal İstanbul ile neredeyse tabuta bir son çivi çakılmak istenmektedir. İktidarın Marmara’yla ilgili ciddiyetsiz açıklamaları daha felaketin ilk günlerinde olduğumuz intibaı uyandırıyor. Küçükçekmece Gölü’nün dibinden taranacak balçığın Marmara’ya ölüm döşeğindeyken bir tekme daha atma etkisi yaratacağı açıktır.

Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın İstanbul açıklarında büyük bir gerilimle yüklü olduğu biliniyor. İnşaatın yan faylarda yaratacağı aktifleştirmelerin korkunç bir depreme yol açmayacağına dair bir güvenceyi hiçbir devlet yetkilisinin veremeyeceği de malumumuz.

Birçok bilimsel metinde de açıkça ortaya konduğu gibi Kanal İstanbul projesinin kamusal iyi ile ilişkilendirilebilecek hiçbir gerekçesi yoktur. Amacın faizlerin hızla indirilemediği bir dönemde borç batağında sıkışan inşaat şirketlerine bir hayat öpücüğü kondurmak, devlet-sermaye-mafya domuz topunun damarlarına bağımlısı haline geldikleri rant gelirini daha fazla enjekte edebilmek, iktidarın ciddi destek kaybı yaşadığı bir dönemde sermayenin bağlılığını perçinlemektir. Özellikle konut fiyatlarında yaşanan artış, bölgenin yeni bir lüks inşaat sahası olarak açılabilmesi olasılığı inşaat şirketlerinin ağzını sulandırmaktadır. Mayıs 2021’de tüm Sosyal Yardımlar kalemli harcamaları 2 milyar TL ile sınırlı kalırken, bütçeden inşaat şirketlerine aynı ay içinde 8 milyar lira aktarılmış olması da Kanal İstanbul’un arkasındaki çirkin yüzü netçe görmemizi sağlayan bir açık veri.

David Graeber’ın ölmeden önce yayınladığı son kitaplardan birisinin adı “Bullshit Jobs” idi. Özellikle beyaz yakalı hizmet sektörü çalışanlarının bir kısmının tamamen anlamsız, hiçbir sosyal fayda üretmeyen işlerde çalıştıklarını anlatıyordu. Graeber istihdamın yarısının neredeyse tamamen anlamsız işlerde çalıştığını ve bu durumun insani değeri yapılan işle ilişkilendiren çalışma etiği açısından bireylerde önemli bir kendini değersiz hissetme sonucu doğurduğunu anlatıyordu. Kapitalist çalışmanın insanda yarattığı boşunalık ve anlamsızlık hissinin çok daha büyüğünü Kanal İstanbul gibi bütünüyle zırvalık olan bir yatırım için fazlasıyla duymamız gerekiyor.

Kanal İstanbul, vatan-millet-bayrak lobisinin vatan düşmanlığının en açık alameti farikası olacaktır. Milyonlarca dolarlık çökmeleri sürdürebilmek için çöreklendiğiniz koltuklardan kalkmanızın an meselesi olduğunu gösteren bir işaret olarak okunması da mümkündür.