Devlet gibi görmek
19 Mayıs 1919’u anti emperyalist mücadelenin başlangıç noktası olarak değil de zaten başlamış olan ve bambaşka seçeneklere açık olan bir direnişin – Yeşil Ordu, Halk İştirakiyun, 15’ler, Kuvvayı Seyyare- , son 10 yıldır iktidarda olan İttihatçılığın bir kliği tarafından burjuvazinin kabul edebileceği sınırların içine çekilmesine dönük bir adım olarak görmeyi ve göstermeyi hala tam olarak başarabilmiş değiliz.
Türkiye işçi sınıfının organik aydını mevcut mudur? Toplumsal gelişim evrelerinde ortaya çıkan “olay” momentlerini sınıfın iktidar perspektifine uygun biçimde yorumlayarak; bir taraftan ezilenlerin bağımsız mücadele hattını desteklerken bir taraftan da toplumsal sağduyu içerisinde öne çıkan ve direniş dinamiklerini besleyebilecek nitelikleri kavrayarak onlarla sentezleşebilme potansiyellerini birleştirebilecek sürekli bir aydın inisiyatifi ülkemizde mevcut mudur? İşçi sınıfının egemen sınıftan ve devletten bağımsız düşünme ve görme biçimini sürekli yeniden üretebilecek mekanizmalara sahip miyiz?
Uzun erimli sosyal mücadelelerin biriktiği bir tarihe sahip ülkemizde bu işlevi yüklenmesi gereken kişiler değil siyasi örgütlenmelerdir. Komünist vizyonu devletin dayattığı ideolojik çerçevenin dışında güncel ihtiyaçlara yanıt üretebilecek, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesini bir toplumsal kurtuluş mücadelesi kertesine yükseltebilecek bir biçimde yeniden üretebilmek için sınıfın siyasi örgütlerinin bu organik aydın rolünü oynayabilmesi temel önemdedir. Aksi takdirde sürüklenme kaçınılmazdır.
Malum mafya babasının videolarının Saray klikleri arasındaki çatlaklar üzerinde ses getiren müdahaleler haline dönüşmesi “iktidar içindeki çatlaklar” tartışmalarını yeniden gündemimize getirdi. En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, bu iktidar içerisindeki çatlaklara gereğinden fazla dikkat kesilen bir bakış açısı ezilenlerin mücadelesi açısından hayırlı sonuçlar doğurmuyor. Son 10 yılımız bunun argümanın en büyük destekleyici veri setini oluşturur. Saray entrikalarının yarattığı tansiyonun anti-faşist kitlelerde yarattığı erken zafer duyguları, iktidarın altındaki zeminin kendiliğinden çekileceğine dair beklentileri artırdığı oranda devrimci öznenin sürece müdahil olabilmek adına kendisini aşma enerjisi üretmesine dönük konsantrasyonunu zayıflatıyor. Ezilenlerin kendi kurtuluşlarının öznesi olması gerektiğine dair komünist vizyonun temel ilkesi, henüz yeterli momentumu kazanamadan yeniden izleme moduna geçiyor. Oysa iktidarın yarattığı büyük çöküşün altında kalma sahnelerini apar topar ve birbirleriyle çelişen genelgelerle tanzim çabaları, geçtiğimiz ay içerisinde toplumsal bir sivil itaatsizlik ruh hali yaratmıştı. Ürünlerini pazara yollayamayan çiftçilerin tepkileri, tekel esnafının iktidarı birkaç gün kontrpiyede bırakarak yarattığı fiili durum, aracını yol ortasında bırakarak polise ceza ödemektense ceketini alıp çıkan şoförün itirazı, İkizdere’de sergilenen kararlılık ve Erdoğan’ın kendi memleketinde ortaya çıkan bu büyük teşhir önemli kıpırdanmalardı. Bir de bunun üstüne 1 Mayıs’ın sendikal merkezlerin ataletine rağmen sokakta olma iradesinin anti-faşist bir çerçevede ortaya konması, bu toplumsal ruh halinin desteğiyle direnişin daha ileri konaklara taşınabileceğinin sinyali olmuştu. Ancak Saray entrikalarının pasif ve izlemeci bir şekilde alımlanması, toplumdaki kurtarıcı bekleme ruh halini güçlendirirken özneleşme arayışlarını ise zayıflatıyor.
Saray entrikalarının tansiyonunun yükselmesiyle güçlenen restorasyon beklentileri ise bu 19 Mayıs mesajlarına muhakkak yansıyacaktır. Kentli orta sınıfların önemli bir kesimi için Mustafa Kemal hala önemli bir kurtarıcı figürü olarak işlev görüyor. Sosyalistlerin belli kesimleri de bu temayı güçlendirecek yönde çıkışlar yapmaktan geri durmuyorlar. İşçi sınıfının organik aydın ihtiyacı, Kemalizm ile ilişkilenebilme açısından hala yeterince karşılanabilmiş değil. Siyasal İslam’ın Türkçülük aşısı aracılığıyla ancient régime’in hayaletlerini canlandırması sonrasında yaşanan ruh halinin “laikçi teyzeler haklı çıktı” noktasında ağırlık kazanması Kemalist restorasyon arzusunu da güçlendiriyor. 19 Mayıs 1919’u anti emperyalist mücadelenin başlangıç noktası olarak değil de zaten başlamış olan ve bambaşka seçeneklere açık olan bir direnişin – Yeşil Ordu, Halk İştirakiyun, 15’ler, Kuvvayı Seyyare- , son 10 yıldır iktidarda olan İttihatçılığın bir kliği tarafından burjuvazinin kabul edebileceği sınırların içine çekilmesine dönük bir adım olarak görmeyi ve göstermeyi hala tam olarak başarabilmiş değiliz. Bu yüzden de solcuların birbirlerine büyük bir coşkuyla 19 Mayıs mesajları paylaşabildiği bir iklimde soluk alıp vermeye devam ediyoruz. 1920’nin Türkiye siyasi tarihinde bambaşka yönelimlere kapı aralayamamasının en önemli sebebinin de aslında muktedirlerden bağımsız düşünme kapasitesi son derece sınırlı bir aydın sınıfının varlığından kaynaklandığının bir kez daha altını çizerek bu bahsi de kapatalım.
Büyük güçlerin görmezden geldiği Filistin halkının yaşadıkları dünyanın dört bir yanındaki kitlesel direniş görüntüleriyle bambaşka bir noktaya taşındı. ABD’nin Detroit kentinde 250 bin kişinin Filistin için sokaklara çıkması, Filistin’de Salı günü hayata geçirilen genel grev, Gramsci’li Bordiga’lı İtalyan Komünist Partisi’nin efsanevi kuruluş kongresinin gerçekleştiği Livorno’da liman işçilerin İsrail’e silah taşıyan gemilere yükleme yapmayı reddetmesi direnişlerin birleşme kapasitesi açısından çok fazla veri ortaya koyuyor.
Gözümüzü bizim tarafa dikmemiz gereken bir dönemdeyiz. İzleyici değil öncü bir ruh halini ancak böyle inşa edebiliriz. İşçi sınıfının organik aydınlarının inşası da bu sürecin en önemli, en stratejikhalkası olmak durumunda.