1 Mayıs 2021’in dönüm noktası olması elimizde!

Bu sene sınıf mücadelesinin önünü açmak her taraftan cendereye alınan, sıkıştırılan emekçilere umut olmak için dayanışma ve direniş ruhuyla yasakların üstüne yürümeyi gerektiriyordu.

“Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır.
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez,
Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde.

1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı.

Yepyeni bir güneş doğar, dağların doruklarından,
Mutlu bir hayat filizlenir, kavganın ufuklarından.
Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir.”

Marşlarımızı her zaman hissederek okumayız, bazen bir çocuğun tekerleme okuması gibi anlamını hissetmeden okuruz. Ama bu sene başta sosyalistler olmak üzere sokağa çıkan, yasakları aşan, faşizmin karşısında dimdik duran herkes tüm iliklerine kadar hissetti 1 Mayıs Marşı’nın anlamını ve yürekten attı “Yaşasın 1 Mayıs, Biji Yek Gulan!” sloganını…

Faşizmin kurumsallaşması süreci istedikleri gibi gitmese de, ciddi bir yönetememe krizi yaşasalar da alternatifin filizlenememesi, “ana muhalefet odaklarının” pasifizmi, umudun yeşermesini engelliyordu. Geçen sene 1 Mayıs’ı nasıl geçirdiğimizi hatırlamak ve bir yılı gözden geçirmek önümüzü açacaktır.

Geçen sene 1 Mayıs pandeminin gölgesinde, emekçilerin ve sosyalistlerin durumu yeterince kavrayamaması nedeniyle sönük geçmişti. Neredeyse hiç sokağa çıkılmamış, balkonlardan kutlamalar yapılmıştı. Ancak geçen bir yıl boyunca pandemi ekonomik krizi derinleştirdi, güvencesizliği görünür kıldı ve iktidarın sermaye yanlısı politikaları emekçileri iyiden iyiye çıkmaza itti. Pandemide neoliberal politikaların hafifletilmesi şöyle dursun daha da hızlandırıldı. Gelir güvencesi olmadan yapılan kapanmalar, Kod29’la işten atmanın yaygınlığı, İşsizlik Fonu’nun sermayeye sunulması emekçilerin nefesini kesti. Çok ciddi bir örgütsüzlükle bu süreci karşılayan emekçiler arasında umutsuzluk intiharın yaygınlaşmasına neden oldu. Ama umut da bir yandan uç veriyordu. Küçük çaplı da olsa direnişler ve birlikte ses yükseltme çabaları sınıf mücadelesi için umudun nüvelerini oluşturdu. Özellikle Kod29 sahtekârlığına karşı oluşturulan birliktelik, Migros direnişinin birlikte sahiplenilmesi gibi örnekler ileriye dönük umut verici pratikler olarak öne çıktı.  

Bu bir yıl boyunca sendikal bürokrasi de ifşa oldu ve bu ifşa 1 Mayıs günü kör göze parmak alenileşti. Neoliberal politikaların çalışma koşullarını kuralsızlaştırdığı, kayıtsızlığı ve güvencesizliği derinleştirdiği koşullarda bu kadar “kuralcı” olmak niye? Pandemi koşullarında hastalığın yaygınlaşmaması için kapanıyoruz, yalanına bile isteye teslim olundu. Yok 30 Nisan için miting başvurusu, yok olmazsa sınırlı sayıda kişiyle Taksim’e çelenk bırakma derken iktidarın oluşturmak istediği algıya teslim olundu. Hastalık kapalı alanlarda yapılan kongrelerde, hiçbir önlem alınmadan çalışılan fabrikalarda, işçi servislerinde, toplu taşıma araçlarında yayılıyor; açık alanda yapılan etkinliklerde bulaş riski çok daha az. Bu bilimsel bilgileri niye uzun uzun yazmak zorunda kalıyoruz? Bürokrasiyle beyni felç olmuşlara gerekirse 40 bin kere tekrar tekrar söyleyeceğiz. İktidar yalan söylüyor, kapanma yalan, işçiler önlem alınmadan çalıştırılıyor, kongrelerinde hastalığı yaydılar, gelir güvencesi olmadan kapanma cinayettir…

Bizim karşımızda kuralsızca saldıran sermaye yanlısı bir iktidar varken biz “kurallı”, “intizamlı” davranarak hiçbir şey elde edemeyiz. Birileri koltuğunu korur belki ama o da geçici bir süre için.

Daha önce de belirtmiştik, var olan bürokratik sendikalar bir tıkaç gibi sınıf mücadelesinin önünü tıkıyor. O zaman zorlayan bir sınıf hareketi yok ki tıkaç diyelim, diyenler vardı. Doğru, o zaman belirginleşen bir zorlama yoktu ama olmak zorundaydı. Şimdi bakıyoruz ki sınıf mücadelesinde canlanma eğilimi var. Filiz halinde de olsa arayışlar var. Farklı noktalarda direnişler uç veriyor. Belediyelerin TİS sürecinde olduğu gibi sınıf sendikal bürokrasiyi sorguluyor. Bu direniş ve sorgulayışlar sınıfın içinde bulunduğu cendereyi kıracak güçte olmasa da umut uç veriyor. Sosyalistlerin görevi de bu umudu büyütmek ve örgütlemek değil midir?

İşte 2021 1 Mayıs’ı bu anlamda son derece önemliydi. Uç veren umudu birlikte büyütmek, ikiyüzlü yasaklara karşı sokağı zorlamak bu 1 Mayıs’ın dönüm noktası olmasına hizmet etme potansiyeli taşımaktadır. Faşizmin her türlü zorbalığının ve sahtekârlıklarının alenileştiği ve ciddi olarak sorgulandığı bir ortamda “sizden korkmuyoruz!” çığlığının büyütülmesi son derece önemlidir. Sendikalaştığı için işten atılan işçileri sahiplenmekten “bize laf ediyorlar ama” diye imtina etmenin ne anlama geldiğini duru bir akılla sorgulamamız gerekiyor. Siyasetin “rekabetçi” kodlarla yapıldığı bu topraklarda safça bir yaklaşım içinde değiliz elbette. Ama işte tam da bu “rekabetçi” kodlar sorgulanmadan ve aşılmadan mücadelenin büyütülmesi ve faşizme, neoliberal politikalara karşı kalıcı mevziler elde edilmesi imkansızdır. Sorunun özünde duruş farkları olduğu çok açıktır. Koltuğunu ve maddi imkânlarını koruma uğruna DİSK gibi mücadeleci bir geleneği olan konfederasyonun içinin boşaltılmasına sessiz kalmamalıyız.

Ali Ergin Demirhan son yazısında şöyle demiş: “Uzun yıllar toplumsal muhalefetin birleştirici çağrı merkezi olarak inisiyatif alan dörtlünün bugünkü inisiyatifsizliği, sosyalist hareketin suçlamayla değil özeleştirel olarak ele alması gereken bir konu. Dörtlü dediğimiz emek ve meslek örgütleri, sosyalist hareketin doğrudan ve dolaylı ilişkileri ile etkin ve belirleyici olduğu yapılar. Sosyalist hareketin, sermaye ve politik iktidar stratejisini teşhir edip bunu aşmaya yönelik ciddi sistemli bir devrimci strateji geliştiremediği durumda, dörtlü daha ileri bir inisiyatif al(a)mamış; devletin baskı ve kontrol mekanizmalarına karşı gelmesini güçleştiren yapısal sorunları ile baş başa kalmıştır.”

Eleştiri ve özeleştiri diyalektiği açısından genel olarak haklı olsa da bu 1 Mayıs’taki duruşu ve tercihleriyle DİSK’in neredeyse dönülmez bir yola girdiğinin eleştirisini güçlü bir şekilde yapmazsak bu çizgiyle aramıza mesafe koymakta zorlanırız.

TİP’in yaklaşımı da ciddi bir eleştiriyi hak ediyor. “Emeğin iktidarında inat etmek” faşizmin yasaklarına karşı sokakta inat etmekten geçer. “Kürsü performansınız” ne kadar “başarılı” olursa olsun faşizme karşı sokak belirleyicidir.

Bu 1 Mayıs’ta sosyalistlerin sokağı zorlamasını “işçiler yoktu” diye eleştirenler de oldu. Bu sene kitlesellik ve işçilerin alanlara taşınması gerektiğini ya da işçilerle buluşma yaklaşımı sunanlar iş yerlerinde “kutlamalar” sınırından öte ne yaptılar? “Genel Grev” havası vardı da biz mi kaçırdık ya da birileri “Genel Grev” örgütledi de biz mi engelledik? “Genel Grevi” bir hedef olarak koyup her sıkıştığında bu hedefe sarılan zihniyet güncel görevlerin gerisinde kalır. Bu sene sınıf mücadelesinin önünü açmak her taraftan cendereye alınan, sıkıştırılan emekçilere umut olmak için dayanışma ve direniş ruhuyla yasakların üstüne yürümeyi gerektiriyordu.

1 Mayıs’ta yan yana yasakların üstüne yürüyen, öncesinde “Kod29 Kaldırılsın” parolasıyla bir araya gelen, birbirini görmeye çalışan bir yerden dayanışma ve direnişi büyütmeye çalışan sınıf örgütleri bunu yapmaya çalıştı. Yeterli mi, hayır! Sorunları yok mu, var! En önemli sorunumuz “rekabetçi” yaklaşımdan kurtulamamış olmamız ve sınıfın taleplerini politikleştirme konusundaki yaklaşım farklarımız. “Rekabetçi” yaklaşım büyük oranda bu topraklarda çok yaygın olan küçük burjuva, eril siyaset yapma şeklinden besleniyor. Siyaset yapan neredeyse her oluşum kendine öncü, diyor. Öncülük, öncüyüm denerek olmuyor. Daha doğrusu en önemli motivasyon kaynağı “buraya biz öncülük etmeliyiz” olunca sonuç alamıyoruz. Yan yana gelişlerde karşısındakinin fikrine, önerisine bu motivasyonla yaklaşanlar süreci tıkıyor ya da “öncülük” edemeyecekse hiç yer almıyor. Bu durum etkileşime kapalı, bir iki başarılı iş yaptıktan sonra gücünü abartarak; bu işi biz tek başımıza yaparız, sığlığına yol açıyor. Böyle yapmayanlar “güçsüz” görülüyor. Sınıfın güncel talepleri etrafında birbirini gören ve dayanışan bir yaklaşım aslında herkese güç verecektir. Bu yaklaşıma güncel olan en iyi örnek “İstanbul Sözleşmesini Uygula!” kampanyasıdır. Talep net, kimse kimseye öncülük taslamıyor ama kimsenin de çizgisi flulaşmıyor, sosyalist feminist yine sosyalist feminist, radikal feminist yine radikal feminist.

Sınıf mücadelesinin önünü açma iddiası olan bizlerin de birbirine güç vererek, dayanışma ve direnişi büyüterek yol alabilmesi mümkün. Ancak bu yetmez. Somut, güncel talepler belirleyerek, bu talepler etrafında gücümüzü birleştirmemiz yol almamızı sağlayacaktır. Kod29 Kaldırılsın kampanyasını geliştirebilir ve yaygınlaştırabiliriz. Pandemi sürecinde kalıcılaşan işsizliğe ve güvencesizliğe karşı “Gelir Güvencesi!” talebi etrafında buluşabiliriz. Kolombiya’daki halk isyanının en önemli taleplerinden biri, en az asgari ücret düzeyinde temel gelir sağlanmasıdır. Neoliberal politikalarla sıkışan emekçilerin pandemide tüm soluk boruları kesilmiştir. İsyanların yaygınlaşması kaçınılmazdır. Bizlerin de gerek ruh olarak gerekse de somut taleplerin belirlenmesi anlamında politik olarak sürece hazırlanması elzemdir.