1 Mayıs büyük çöküşe öfke günüdür

Bütün bu yıkımın ortaya çıkmasında sorumluluk giderek bir çete görüntüsü veren Saray Rejimi ile onu büyük bir zenginleşmenin aparatı olarak gören finans kapitalin, yeni yetme sülük inşaat şirketlerinin ortaklığındadır. Pandemiyi bu iktidar bloğunun egemenliği altında yaşamış olmak halklarımızın büyük talihsizliğidir.

Sarayın başlattığı krizleri doğal sonuçlarına ulaştırmakta zorlanması, iktidar bloğu içerisindeki dengelerin yönetilme zorluklarını bir kez daha ortaya koydu. Emekli amiraller krizinde de dağ fare doğurdu, gözaltılar serbest bırakıldı, vergi dairelerinin, kayyum rektörlerin darbeye karşı şahlanışında hevesler şimdilik kursakta kaldı. İktidar bloğu, yaşanan sorunun ana ekseni Kürt Sorunu olmayınca bir arada durmakta ve ortak hareket etmekte zorlanıyor. Büyük çöküşün yarattığı ancak politik ortama şimdilik yeterince görünür ve şiddetli biçimde vurmayan tsunami dalgalarının yarattığı tedirginlik Saray koridorlarında giderek büyüyor. Her alanda yaşanan ikilemler ve sıkışmışlıklar zikzak siyasetini bir zorunluluk haline getiriyor.

Amiraller krizinde şaşırtıcı olan iktidarın tutumundan ziyade demokratik muhalefet içinde 2010 öncesi oluşmuş düşünce kalıplarının hala büyük oranda baki kalabilmiş olmasını ortaya koyması bir yandan da. Yapılan açıklamalarda darbe karşıtlığı üzerinden bir söylemin kullanılma zorunluluğunun öncelikli olarak hissedilmesi dikkat çekici. İktidarın halk nezdinde itibar kaybeden ve inandırıcılığı kalmamış hegemonyasının muhalefetin kimi kesimlerinde hala etkin olması, düşünce alışkanlıklarının ne kadar zor değiştiğini açıkça ortaya koyuyor. Solun bir kesimi faşizmin kazandığı yeni boyutları ve önümüzdeki somut durumun ölçüsüz vahametini anlamamakta ısrarcı görünüyor. Zihinsel katılıkların bu dönemin politik ihtiyaçlarına yanıt üretmekte zorlanılmasıyla doğrudan ilişkisi var. Faşizm ile halk güçleri arasındaki temel çelişkiyi talileştiren, sınıf siyasetinin demokrasi mücadelesine, en geniş halk yığınlarının sorunlarının giderilmesi mücadelesine öncülük etmesine köstek oluşturan tutumlar zaten sınırlı ölçekteki güçlerimizi kararsızlık ve rotasızlık içine yuvarlayabiliyor.

Krizleri doğal sonuçlarına ulaştırma noktasındaki açmaz iktidarı faizleri düşürmek noktasında da sıkıştırıyor. Pandeminin yeniden zirveye yürümesiyle turizm gelirlerinde hayal edilen toparlanmanın bu yıl yaşanması da zor görünüyor. Ukrayna’ya satılan İHA’lar Rus turistlerin Antalya yerine Mısır’ın Şarm- el Şeyh’ten uçmasına vesile olacak. Faizleri jet hızıyla indirtme beklentisiyle koltuğa oturtulan yeni başkan bugünü muhtemelen pas geçecek. E o zaman bunca gürültü, toz duman neden yaratıldı?

İşçi sınıfını pandemi koşullarına ölümüne çalıştırma politikası Türkiye kapitalizmini, günübirlik çıkarları için kendi bindiği dalı kesmeye çalışan kurnaz köylüye dönüştürdü. Çarkların döndürülmesi pahasına pandeminin tüm yükünün işçilerin omuzlarına yıkılması zincirleme bir yıkıma dönüşüyor. Patronlara aynı dönemde 18,3 milyar TL teşvik ve destek verilirken işçilere sadece 10,2 milyar TL nakdi ücret desteği sağlanması açık bir politik tercihin ürünü. Sermayeye sağlanan teşvikin 10 milyar TL’lik kısmı işçilere yönlendirilseydi gelir desteği asgari ücret seviyesine çekilebilecekti. Kaynaklar işçi sınıfına aktarılsa, iç talebi artıracak önlemler alınabilse yeniden bir kredi balonu yaratmak adına merkez bankası başkanı görevden alınarak tablo içinden çıkılamayacak, ödemeler dengesi krizini gündeme yeniden getirecek bir noktaya gelmeyecekti. Sermayenin kısa vadeciliği toplumsal yıkımının gerekçesi haline dönüşüyor. Kamunun kaynakları sermayenin yıkımına karşı bir dalgakıran olarak kullanılırken halk sınıflarının çeşitli fraksiyonları herhangi bir güvence olanağından mahrum.

Bu çelişki “128 milyar dolar nerede?” gibi hamlelerle rahatlıkla görünürlük kazanabiliyor ve çok geniş kesimlerde hâlihazırda mevcut olan büyük bir haksızlığa uğramış olma duygusuyla kolayca rezonansa gelebiliyor. “128 milyar dolar nerede?  Finans kapitalin ve yandaş inşaat holdinglerinin kasasında.” Halkı borçlandırabilmek için baskılanan faizi ve kuru baskılamak adına Varlık Fonu tarafından el altından ve gayet uygun fiyatla döviz cinsinden borçlu şirketlere aktarıldı, böylece şirketlerin üzerindeki borçluluk riski kamunun üzerine alındı. Yakında Düyun-u Umumiye müfettişleri kapıya dayandığında da bu maliyet yeniden halkın sırtına yıkılmak istenecek. Ortamda tatlı Abdülhamit nostaljisi rüzgarları estirmek için bir gerekçe daha!

Bütün bu yıkımın ortaya çıkmasında sorumluluk giderek bir çete görüntüsü veren Saray Rejimi ile onu büyük bir zenginleşmenin aparatı olarak gören finans kapitalin, yeni yetme sülük inşaat şirketlerinin ortaklığındadır. Pandemiyi bu iktidar bloğunun egemenliği altında yaşamış olmak halklarımızın büyük talihsizliğidir.

1 Mayıs’ta bu talihsizliğin hesabını sormak için önümüzde büyük bir olanak var. İşçi sınıfının giderek artan öfkesi, güvencesiz işçilerin her gün bir başka noktada, bir başka haksızlığa karşı çiçeklenen direnişleri bu olanağı daha da büyütüyor. Biz sosyalistler gereksiz polemiklerde, yanlış öfkelerde, harabeye dönmüş zihinsel hapishanelerde zaman tüketmeden bu büyük olanağın yılmaz ve ısrarlı takipçileri olabildiğimiz oranda hem kendi krizimizi aşacağız hem de krizden kıvranan toplumun çoban yıldızı haline gelebileceğiz.