80 sonrası önemli bir örgütlenme deneyimi: “Öğrenci Dernekleri” – 1
Üniversitelerin demokratikleşmesinde yol almak ve özgürlük alanlarını genişletme konusunda “örgütlenme” başlığı giderek üzerinde durulan tartışma konularından. Tartışmalara katkı sunması açısından, 1980 sonrası yaşanan “Öğrenci Dernekleri” deneyimine bakmak gerçekten de faydalı olacaktır.
Boğaziçi direnişi, hayatlarımızın her alanına kâbus gibi çöken otoriter rejime karşı akademinin güçlü bir itirazı. Bu itirazda büyük pay öğrencilerin. Oldukça zengin bir içeriğe sahip olmasına karşın, yükselen politik hareketin sivri ucu kayyum rektörün istifası.
Üniversite gençliği, üniversitelerin demokratikleşmesinde yol almak ve özgürlük alanlarını genişletmek için örgütlenmelerini güçlendirmeleri gerektiğinin farkında. Bu canlı süreç içerisinde “örgütlenme” başlığı da giderek üzerinde durulan tartışma konularından.
Karşı Mahalle’de yayınlanan “Boğaziçi protestoları: Peki şimdi nereye?” başlıklı yazısında şunları söylüyor Anıl Kaya:
“Arkamızda tüm olumlu ve olumsuz deneyimleriyle 80 sonrası toplumsal mücadelenin yükselmesinde önemli bir yerde duran “Öğrenci Dernekleri” deneyimi var. Şimdilerde kurulan Üniversite Dayanışmalarının da pek çok yönden Öğrenci Dernekleri sürecine benzer yönleri var. Biz yeni nesil öğrenci hareketi olarak 80 sonrası devrimci üniversite gençliği için ortak mücadelenin en kapsamlı mevziisi olan Öğrenci Dernekleri sürecinin olumlu deneyimlerini değerlendirip üzerine yeni mücadele dinamiklerinin renkliliklerini koymalıyız. Ayrıca tıkanış noktalarına göz atıp örmeye çalıştığımız Üniversite Dayanışmaları’nda bunları öngörerek hareket etmeliyiz.”
Tartışmalara katkı sunması açısından, -Anıl’ın da işaret ettiği gibi- 1980 sonrası yaşanan “öğrenci dernekleri” deneyimine bakmak gerçekten de faydalı olacaktır. Bu zengin tarihin tüm ayrıntılarıyla aktarılmasına çok fazla gerek yok. Bugünün tartışmaları için anlamlı olacak noktaları paylaşmak yeterli.
* * *
Üniversite gençliğinin 14 Nisan eylemlerinin 33. yıldönümünde Ertuğrul Bilir’in “14-15 Nisan 1987: Bak işte yan yana onlar!” başlıklı yazısı sendika.org sitesinde yayınlandı. Ertuğrul’un yazısı, öğrenci dernekleri sürecine dair bir tartışma başlattı. O süreçte aktif olarak yer alan -farklı siyasi gençlik örgütlerinden- diğer arkadaşların yazıları da yine aynı sitede yayınlandı. Bu yazıların tümü, bilmediklerimizi öğrenmek ve hafızamızı tazelemek açısından çok faydalı oldu; arkadaşların emeklerine sağlık.
Ayrıca TÜSTAV, çok sayıda belgeyi, yayını sitesinden bizlere ulaştırıyor. Tarih bilincimizi güçlendirmeye hizmet eden son derece değerli bir çaba. Bu yayınlar arasında öğrenci dernekleri sürecinde önemli bir yeri olan Yarın dergisinin tüm sayıları da var. O tarih üzerinde kafa yoracaklar açısından zengin bir kaynak.
* * *
Öğrenci Dernekleri dönemi, 1984 yılında başlayan -son zamanlarında ayakta kalabilen sınırlı sayıda derneği hesaba katarsak- yaklaşık 10 yıllık bir zaman dilimini kapsıyor.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin olanca etkisini sürdürdüğü yıllardır. Ülke yönetimi, ordu komutanlarının bir araya geldiği “Milli Güvenlik Konseyi” adını alan cuntanın elindedir. Sosyalistler başta olmak üzere tüm muhalifler büyük bir saldırı altındadır. Örgütlerin kapısına kilit vurulur; örgütlü olmak şeytanileştirilir. Darbe sonrası ilk genel seçim 83’te yapılır. Cuntanın onay verdiği üç partinin katılımıyla yapılan seçimde ANAP’lı Turgut Özal başbakanlığa seçilir. Finans kapital için ordu marifetiyle yaratılan dikensiz gül bahçesinde, mimarlığını Özal’ın üstlendiği neoliberal ekonomi politikaları uygulamaya sokulur.
Toplumsal muhalefetin odak noktalarından birisi olan üniversiteler, doğal olarak cuntanın hedef tahtasındadır. Darbenin ürünü olan YÖK üzerinden üniversiteler denetim altına alınır. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’yla çok sayıda akademisyen okullarından atılır; bir kısmı da bu koşullarda çalışmayı reddederek ya da arkadaşlarının atılışına tavır olarak istifa eder. Üniversite gençliği, kesif bir baskı ve sömürü ikliminde bu karabasandan kurtulma, yaşamlarına örülen duvarlarda açabileceği gediklerden nefes alma arayışındadır.
Değil örgütlenmek, neredeyse iki kişinin herhangi bir nedenle yan yana gelmesi riskli bir iştir. Her yol denenir bu karanlığı yırtmak için. Dönemin Ankara SBF öğrencisi R. Öner Özkan’ın şu aktarımı, darbe sonrasında akademide yaşanan tabloyu ortaya koyması açısından çarpıcıdır:
“O kadar karanlık bir dönemdi ki, fakültemizin ana giriş katındaki geniş salonda düzenlenen bir resim sergisinde, tabloların sergilendiği panoların ilkine, dekanlık tarafından, ‘resimlerin başında 2’den fazla kişinin durması yasaktır’ yazısı asılmıştı. 3-4 kişinin bir araya gelmesinden bile rahatsız olunan bir dönemdi. Her tür toplanma büyük bir tehdit olarak görülüyordu. Bu nedenle okuldaki bütün tiyatro, halk oyunları gibi sosyal, kültürel etkinlikler, örgütlü bir kitlesel protestoya dönüşebileceği korkusuyla yasaklanmıştı.”
Darbe, toplumsal hafızadan örgütlenme bilincini silmek için her şeyi yapar. Öğrenciler de bu baskı ortamında yan yana geliş için her yolu dener. Halk oyunları toplulukları; tiyatrolara, sinemalara toplu gidiş organizasyonları; spor etkinlikleri; satranç turnuvaları; piknikler, geziler… O günlerin politik buluşma zeminleridir tüm bunlar.
O süreçle ilgili olarak konuştuğumuz dönemin Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi Bora İnce, öğrencilerin bu çabalarıyla ilgili şunları söylüyor:
“Cuntanın tam da akademi bileşenlerini kontrol altında tuttuğunu düşündüğü yıllarda öğrenci dernekleri kurulmaya başlandı. Benim de içinde yer aldığım bir grup Cerrahpaşa Tıp öğrencisi, korku duygusunu coşkuyla sarmalayıp dernek kuruluş başvurusunu yaptık. Beklendiği üzere başvuru geri çevrildi ama süreç devam etti… Aynı dönemde başka bir kanal açıldı; Sosyal Etkinlikler Topluluğu (SET). Dernek faaliyeti başlayana kadar, SET derneğin yerini aldı. Toplu dilekçe, yemek boykotu, cezaevlerine kart göndermeler, çeşitli sanat ve kültür etkinlikleri, o dönem yürüttüğümüz çalışmalarımızdandı. Albüm ve balo komitesi seçimleri kazanılarak, dernek faaliyetleri için yeni bir zemin daha yaratıldı. Böylece karanlığın yırtılmaya başladığını hissettik; dernek kurulma süreci de tüm ülkede ivme kazandı.”
Bu buluşmalar da darbecilerin ve üniversite yönetimlerinin gözlerinden kaçmaz. Öğrenciler takip altına alınır; etkinliklerin örgütlenmesinde öncülük yapanlar türlü baskılarla karşı karşıya kalır. Örneğin SBF Öğrenci Derneği yönetimindeki öğrenciler, “sinema bileti sattıkları” gerekçesiyle bir ay okuldan uzaklaştırma cezası alır.
Öğrenci dernekleri kuruluyor…
Öğrenciler, bu yan yana gelişlerini kurumsal bir örgüt seviyesine taşıma çabasındadır. Darbe rejimi koşullarında da olsa Anayasa’da ve Dernekler Yasası’nda yer alan bazı maddeler, üniversite öğrencilerine dernek kurma hakkı tanımaktadır. 1982 Anayasası’nın 33. maddesi “Herkes önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir” der. 2908 sayılı Dernekler Yasası da öğrenci derneklerinin kuruluşuyla ilgili hükümler içerir. Üniversite öğrencileri bu haktan yararlanarak dernekleşme yoluna koyulur.
Öğrenci dernekleri, üniversite, fakülte, yüksekokul ve enstitülerde kurulabilmektedir. Tamamı öğrencilerden oluşan 7 kurucu üye, dernekler kanununda belirtilen gerekli belgeleri hazırladıktan sonra emniyet müdürlüklerindeki dernekler masasına başvurularını yapar.
İlk öğrenci derneği başvurusu, 1984 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerince yapılır. Bu girişim, öncelikle İstanbul, Ankara ve İzmir’deki çok sayıda üniversiteye hızla yayılır. Ardından Adana, Trabzon, Bursa ve daha birçok ildeki üniversitelerde öğrenci dernekleri kurulmaya başlar.
Yarın dergisindeki bir değerlendirme yazısında, dernekleşme sürecinin hareket noktası şöyle ifade edilir:
“12 Eylül’le birlikte bütün hakları elinden alınmış, ağır sorunlar için itilmiş öğrenci gençliğin artık kitlesel bir hak arama mücadelesinin örgütlenmesi için kalıcı girişimlerde bulunmanın ön koşulları bulunmaktaydı. Bu koşullarda, demokratik öğrenci hareketinin kaldıraç noktaları, yasal öğrenci dernekleri olacaktı. Keyfi engellemelere teslim olmadan yasal hakları küçümsemeyip sahip çıkmak gerekiyordu.” (Yarın dergisi, Sayı: 58, Sayfa: 34, Haziran 1986)
TİP’in gençlik örgütü Genç Öncü üyesi üniversiteliler, 1981 yılında Yarın dergisini çıkartmaya başlar. “Yarıncılar” olarak anılan bu topluluk, dernekleşme sürecinin öncülüğünü yapar. Yarıncılar dışında çok sayıda kişi ve -henüz kendilerini politik bir örgüt formunda tanımlamayan- grup da bu süreçte yer alır.
Yarıncılar çevresi dışından dernekleşme çalışmalarında yer alan bir isim, İTÜ öğrencisi Haluk Koşar. Düşüncelerine başvurduğumuz Haluk, bu sürece dair şunları söylüyor:
“Öğrenci Dernekleri, dönemin üniversite öğrencilerinin faşist cuntaya rağmen çeşitli vesilelerle (toplu tiyatroya, sinemaya gidişlerden bir satranç tahtası etrafında toplanmaya kadar) bir araya gelerek o koşullarda neler yapılabileceğine dair buldukları en iyi örgütlenme yöntemiydi. 1984 ile başlayan ilk dernekleşme çalışmaları kısa sürede tüm ülkeye yayılmış ve üç yıl gibi bir zamanda hemen hemen bütün üniversitelerde ve pek çok fakültede öğrenci dernekleri kurulmuştu. Kuruluş yıllarında öğrencilerin akademik, demokratik talepleri çerçevesinde bir çalışma yürüten dernekler aynı zamanda üniversitelerdeki sosyal hayatı da organize eden yapılardı. Pek çok dernek okullarda halk oyunu, tiyatro, müzik vb. çalışmalar ile hem meşruluklarını geliştirmiş hem de öğrenci kitlesi ile sıkı bağlar kurmuştu.”
Anayasal ve yasal zeminde üniversite öğrencilerine dernek kurma hakkı tanınmış olmakla birlikte, öğrenciler başvuru süreçlerinde keyfi engellerle karşılaşır. En önemli engel, rektörlük izninin olmamasıdır. Rektörlükten izin alınmadan yapılan başvurular kabul edilmez. Rektörlüklere yapılan başvurular da rektörler tarafından keyfi bir şekilde olumsuz yanıt alır.
Bir diğer engel de “başvuru yapan öğrencilerin okullarında 80 öncesinde kurulan bir öğrenci derneğinin halen varlığını sürdürdüğü” gerekçesidir. Oysa böyle bir derneğin var olmadığını herkes bilmektedir.
Başta ilk başvuruyu yapan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği olmak üzere tüm girişimler bu engellerle karşılaşır. Sayısız engele rağmen öğrencilerin ısrarlı çabasıyla -yasal ya da fiili- dernekleşmenin önüne geçilemez. 86 yılının sonlarına doğru ülke çapında kurulan öğrenci derneklerinin sayısı 70’i aşar.
Sonraki adım, öğrenci derneklerinin geniş öğrenci kitlesiyle buluşturulmasıdır. Bu konu “kitleselleşme” başlığı altında tartışılır. Yarın dergisinde yer alan “Öğrenci Derneklerinin Kitleselleşmesi Sorunu Üzerine” başlıklı değerlendirmede şu ifadeler yer alır:
“Bugün öğrencilerin dernekleşme süreci, toplumsal yaşamda varlıkları reddedilemez bir noktaya gelmiştir. Bir yandan öğrenci dernekleri kamuoyu tarafından yasal hakların kullanılması yönünde olumlu bir girişim olarak değerlendirilmekte, diğer yandan derneklerin başvuru belgelerini almayarak ya da eksik olarak değerlendirerek tüzel kişiliğinin resmen tanınmasının önündeki engeller, yürütmeyi durdurma kararları ile boşa çıkmaktadır. Kuruluşunu tamamlayan, ilk kongrelerini yapan dernek sayısı artmaktadır. Kuşku bulutlarının dağıldığı, ilginin arttığı bu dönemde öğrenci derneklerinin önündeki gündem öğrenci kitlesi ile sıcak ve sağlam bağların kurulmasıdır.” (Yarın dergisi, Sayı: 59, Sayfa: 24, Temmuz 1986)
Huzur bozucu bir davranış: “Toplu dilekçe…”
80’lerin ortalarına doğru yaklaşıldıkça üniversitelerde yaşanan sorunlara karşı hareketlenmeler ilk filizlerini vermeye başlar.
YÖK’ün yarattığı bilimden, demokrasiden, özgürlüklerden tamamıyla uzaklaştırılmış akademi tablosu, öğrenciler ve akademisyenler tarafından tartışma masasına yatırılır.
81 yılında yürürlüğe konan Yükseköğretim Yasasıyla öğrencilerden harç alınmaya başlanır. Bu konuda öğrenciler seslerini yükseltir. Sınav sisteminin yarattığı mağduriyetler yine öğrencilerin tepkisiyle karşılık bulur. Öğrenim kredilerinin yetersizliği, üniversitelerdeki yemek fiyatlarının artışı ve yemeklerin niteliksizliği, yurtlarda yaşanan sorunlar da öğrencilerin o dönem mücadele yürüttüğü konu başlıklarıdır.
Tüm bu sorunlar içerisinde en can yakıcı olanı, sınav sisteminden kaynaklı “okuldan atılma” durumudur. Çığ gibi büyüyen bir öğrenci kitlesi, öğrenim hayatını bitirecek bu sorunla karşı karşıyadır.
O baskı koşullarında ilk öğrenci eylemleri de ortaya çıkmaya başlar. Öğrencilerin bir sorunun giderilmesi için üniversite yönetimine toplu dilekçe vermesi, yaygınlaşan bir eylem biçimi halini alır. Toplu dilekçe veren öğrenciler, dilekçenin içeriğinden bağımsız olarak “toplu halde dilekçe vererek huzur bozucu davranışlarda bulundukları” gerekçesiyle okuldan uzaklaştırmalara varan disiplin cezaları alır.
Yemek boykotları da üniversitelerde dönemin protesto biçimlerinden birisidir. Yalnızca yemeklerle ilgili bir sorundan dolayı değil; herhangi bir konuyla ilgili olarak yemek boykotu yapılabilir. Eylem, “alınan yemeklerin yenilmeyip yemek tepsilerinin topluca yemekhane masalarına bırakılması” biçiminde gerçekleştirilir.
İlk açık kitlesel öğrenci eylemi: “44. Madde’ye hayır, atılmalara son!”
81 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 44. maddesi, öğrenim süresinde sınırlama getirir. Bu madde nedeniyle, on binlerce üniversite öğrencisi okullarından kayıtlarının silinmesi tehdidi altındadır. 80’li yılların ortalarına gelindiğinde bu sorunla karşı karşıya kalan öğrenci sayısı 40 bini aşmıştır.
O dönem yapılan bir değerlendirmede durum şöyle betimlenir:
“Bugünün üniversitesinde kaydının silineceğinden korkmayan bir öğrenci kalmış mıdır? Ya da biraz kötü geçen bir sınavdan sonra korkulu rüyalar görmeyen? “Atılma korkusu” öğrencilerin başında Demokles’in kılıcı gibi sürekli bir tehdit unsuru oluşturmaktadır.” (Yarın dergisi, Sayı: 50, Sayfa: 25, Ekim 1985)
Öğrenci dernekleri, öğrencilerin öğrenim hayatını tehdit eden 44. Maddeye karşı kampanya yürütme kararı alır. Öncelikle bu süreci takip etmek üzere öğrenci dernekleri tarafından “atılmalar birimleri” oluşturulur.
Ekim ayı başında öğrenci derneklerinin hazırladığı “44. Madde değişiklik önerisi” dilekçesi TBMM başkanına iletilir. Dilekçe kampanyasında, “44. Madde değişsin”, “atılmalara son”, “harçlara hayır”, “krediler yükseltilsin” talepleri dile getirilir.
Bu dilekçe okullarda da imzaya açılır. Bazı dernekler, “kampanyanın doğrudan YÖK’ü hedef almadığı” gerekçesiyle bu çalışmaya dâhil olmaz. Yarıncıların ağırlıkta olduğu 33 öğrenci derneği tarafından yürütülen çalışmada 13 binden fazla imza toplanır.
YÖK’ün kuruluş yıldönümü olan 6 Kasım’da TBMM başkanına verilmek üzere dilekçeleri dernek temsilcilerinin yürüyüşle Ankara’ya getirmeleri; Ankara’da da ODTÜ önünde kitlesel bir karşılama yapılması planlanır.
Okuldan atılmalara karşı öğrenci derneklerinin çalışmaları sürerken, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencisi İsa Tanrıverdi’nin intihar haberi gelir. 44. madde nedeniyle okulundan atılan Tanrıverdi, 23 Ekim 1986 tarihinde kaldığı öğrenci yurdunda kendisini asarak intihar eder. Bu olayın ardından İstanbul’daki öğrenci derneklerinin çağrısıyla dört gün sonra Marmara Üniversitesi Rektörlüğü önünde YÖK’ü protesto eylemi gerçekleştirilir. Yüzlerce öğrencinin katıldığı gösteri, “12 Eylül darbesi sonrası gerçekleşen ilk açık kitlesel öğrenci eylemi” olarak kayıtlara geçer.
44. maddeye karşı başlatılan imza kampanyasında toplanan imzaları TBMM’ye iletmek üzere 3 Kasım’da İzmir Öğrenci Dernekleri’nden dokuz temsilci, bir gün sonra da İstanbul Öğrenci Dernekleri’nden 16 temsilci dilekçelerle birlikte Ankara’ya doğru yola çıkar. Otobüslerle süren yolculuk boyunca şehir merkezlerinde tek sıra ve aralıklı düzende sembolik yürüyüşler gerçekleştirilir. Yürüyüş güzergâhındaki illerde dönemin muhalefet partisi Sosyaldemokrat Halkçı Parti(SHP)’nin merkezleri ziyaret edilir. Öğrenci yürüyüşü basında büyük bir yer tutar.
İzmir ve İstanbul yürüyüş kolları, Ankara’ya varmadan önce Eskişehir’de buluşur. Öğrenciler Eskişehir’de İsa Tanrıverdi’nin mezarını da ziyaret eder. İstanbul’dan yola çıkan gruptaki bir öğrenci, bu ziyareti ve eylemlerinin anlamını şu sözlerle anlatıyor:
“Köye yaklaşıyoruz, terk edilmiş gibi; anlaşılan bir gün önce ziyaret edilmiş köy… Mezarın başında İÜ Hukuk Fakültesi’nden Atilla’nın yaptığı konuşmadan sonra bir dakikalık saygı duruşunda bulunuyoruz. Gencecik yaşta toprağa giren İsa’nın mezarını çiçeklerle süslüyoruz. Binbir umutla bu yoksul köyden İstanbul’a giden, geri dönemeyen İsa’nın durumunu daha bir kavrıyoruz. Başsağlığı dilediğimiz anası hala ağıt yakıyor; babası çökmüş, ihtiyarlamış. Bu yürüyüş, yeni İsa’lar olmasın diye…” (Yarın dergisi, Sayı: 64, Sayfa: 12, Aralık 1986)
Eskişehir’den hareket eden konvoy Ankara’ya vardığında ODTÜ yakınında otobüslerden inilerek üniversiteye doğru yine tek sıra yürüyüşe geçilir. ODTÜ önünde yaklaşık 1500 kişi ellerinde çiçeklerle, Ankara’ya gelen öğrencileri karşılar. Bu 1500 kişi içerisinde Ankara’nın tüm üniversitelerinden öğrencilerin dışında, öğrenci aileleri, başta “1402’likler” olmak üzere akademisyenler yer alır.
ODTÜ önündeki buluşma etkinliğinden Meclis’e doğru minibüslerle yola çıkan öğrencilerden 225’i, bindikleri araçlardan indirilerek gözaltına alınır.
Bir gün sonra 7 Kasım’da Ankara’da dört öğrenci Yalçın Küçük’ün evinde, İstanbul’da 15 öğrenci Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Öğrenci Derneği merkezinde “gözaltına alınan arkadaşlarının serbest bırakılması” talebiyle açlık grevine başlar. Ankara’daki açlık grevine katılım, yeni dâhil olanlarla birlikte 12 kişi olur.
Bu eylemin ardından Marmara Üniversitesi BYYO Öğrenci Derneği keyfî olarak kapatılır. Ankara’daki öğrenci derneklerinin çağrısıyla bu kararı protesto etmek amacıyla 13-14 Kasım günlerinde yemek boykotu gerçekleştirilir. Boykota çok sayıda üniversiteden binlerce öğrenci katılır. ODTÜ’deki boykota katılım neredeyse yüzde yüze yakındır.
Geniş bir öğrenci kesimini ciddi anlamda etkileyen bir soruna karşı Öğrenci Dernekleri’nin yürüttüğü bu mücadele büyük etki yaratır; Öğrenci Dernekleri’nin gücünü büyütür.
Dönemin Yıldız Üniversitesi öğrencisi Ertuğrul Bilir sendika.org’daki yazısında o süreçle ilgili şunları aktarıyor:
“Bu tarihten sonra eylemler giderek yoğunlaşır ve güçlenir. YÖK’ü protesto açlık grevi, daha sonra dernekler üzerindeki baskılara karşı siyah çelenk bırakma eylemi ve yemek boykotları yapılır. Bu kampanyalar ve eylemler öğrenci derneklerinin meşruiyetini artırır, sempati ve katılım artar.”
* * *
Bilindiği gibi 12 Eylül darbesi, kapitalizmin sermaye birikim süreci önündeki tüm direnç noktalarını ezme harekâtıydı. Başta işçi sınıfı hareketi olmak üzere toplumsal muhalefetin tüm kesimlerinin nefesini kesmek için dizginsiz bir şiddet uygulandı.
Suskunluğun kırılmasında ilk kıpırdanışlar yalnızca üniversite gençliğiyle sınırlı değildi. 80’lerin ortalarından itibaren işçi sınıfı da silkiniş sürecine girdi. Bir başka kanaldan Kürt hareketinin yine o tarihlerde başlattığı çıkış, ülke gündeminde giderek etkisini arttırdı.
90’lara doğru yaklaşıldığında toplumsal muhalefet ciddi bir canlanma içerisindeydi. 12 Eylül darbesinin etkisiyle büyük hasar gören devrimci hareket, işçi ve öğrenci hareketindeki canlılıktan güç toplayarak sınıflar savaşında tekrar yerlerini alıyordu.
Bu gelişme üniversitelerde de yansımasını buluyor; çok sayıda gençlik örgütü öğrenci hareketi içerisinde aktif rol almaya başlıyordu. Üniversite hareketinin 80 sonrası yeniden canlanışında ve öğrenci derneklerinin kuruluşunda, bu sürecin öncüsü Yarıncılardı. 80’lerin sonlarına doğru Öğrenci Dernekleri içerisinde artık Yarıncılar dışında çok sayıda farklı siyasi özne de etkindi.
Devam edecek…