Krizden Çıkıyor muyuz?

Türkiye açısından birikim rejimi krizine bir çözüm bulunamadığı için W tipi, ardışık büyüme ve küçülmelerin yaşanacağı uzun bir evre var önümüzde. Büyümeler sermayenin hanesine yazarken emekçiler için büyüme de küçülme de yıkım yaratmaya devam edecektir. Emekçiler açısından tünelin sonunda ışık görünmüyor

6 Kasım 2020’de Berat Albayrak’ın istifası sonrasında yaşanan gelişmeler krizden çıkışın kapısının aralanması anlamına mı geliyor? Merkez Bankası politika faizinin %8.5’tan %17’ye çıkması sonrasında dolar kurunda yaşanan geri çekilme ekonomide aydınlık günlerin habercisi mi?

Albayrak’ın istifası sonrasında ülkeye yaklaşık 16 milyar dolarlık bir yabancı sermaye girişi dolduğu düşünülüyor. Bunun 12.5 milyar doları swap işlemleri aracılığıyla gelirken 4.1 milyar dolarlık bir kaynak ise borsa, tahvil ve repo alımları için kullanıldı. Emperyalist merkezlerin pandemi koşullarında piyasaya sürdüğü trilyonlarca doların bir kısmının ekonomideki “normalleşme” sonrasında Türkiye ekonomisine gelmeye başlaması sürpriz olarak değerlendirilemez. Erdoğan’ın kasım ayından beri diline pelesenk olan reform lakırdısının hitap ettiği ve “güvence” vermeye çalıştığı sermaye kısmen ülkeye giriş yapmaya başladı. Demek ki liberal restorasyoncuların temel düsturu “demokrasi yoksa sermaye gelmez” boş bir inançtan ibaretmiş. Ali Babacan’ın parti kongresinde yaptığı konuşmanın dağınıklığı ve umutsuzluğu da çok konuşuldu, ekonomi programının Erdoğan tarafından çalınmasının Babacan’a ağlamaktan başka bir çare bırakmadığı pek anlaşılamadı. Restorasyoncuların vaat ettiklerini Erdoğan’ın da yapabiliyor olması normalleşme çağrısının faşizmden kurtuluş çerçevesi olamayacağını gösteriyor. Dolar kurundaki gerileme ise şimdilik dolarizasyonun gerilemesine değil tam tersine zirve yapmasına yol açmıştır. Döviz hesapları yükselen Türk lirası faizine rağmen aralık ayında 235 milyar dolara ulaşarak tarihi rekorunu kırmıştır, bankalardaki mevduatın %60’ından fazlası döviz cinsindendir.

İktidar bloğu içerisinde utangaç kalkınmacı bir devlet kapitalizmi programı ile neoliberal restorasyon arayışı arasında çatallanan seçeneklerden şimdilik ikincisi lehine bir ağırlık oluştu ve bu tercih TÜSİAD tarafından da hararetle alkışlandı. MB Başkanı Naci Ağbal konuştukça azımsanmayacak sayıda restorasyoncu muhalif tribünden de alkış sesleri geliyor. Ancak faizlerin artması burjuvazinin farklı fraksiyonları tarafından farklı biçimlerde değerlendiriliyor. İç talebe bağımlı sermaye gruplarının örgütü TOBB’un temsilcisi Hisarcıklıoğlu, faizleri yükseltenin Erdoğan’ın kendisi olduğunu “unutarak” bankalara yüklenmeye devam ediyor. Yaptığı yazılı açıklamada Hisarcıklıoğlu “Son dönemde bankaların uyguladığı yüksek kredi faizlerinin üretimin ve yatırımın önündeki en önemli engellerden biri haline geldiğini” söyleyen Hisarcıklıoğlu, “Kredi faizlerinin geldiği seviye, dünya genelindeki düşük faiz ortamına uymamaktadır ve girişimcilerimizin küresel rekabette ayakta kalmalarına engel oluşturmaktadır” ifadelerini kullandı. Negatif faizlerle ayakta tutulan binlerce zombi şirketin, özellikle de kısa çalışma ödeneği desteği sona erdikten sonra batacak olması küçük ve orta burjuvazinin bu feveranının en önemli kaynağıdır.

Pandeminin ekonomik zararlarına karşı Türkiye dünyanın geri kalan ülkelerinden ayrışan bir politika izledi. “Buna göre uygulanan destekler kredi garantisi (milli gelir içinde payı yüzde 6.8), kamu bankaları tarafından uygulanan kredi erteleme (payı yüzde1.5), kamu bankalarına sermaye enjeksiyonu (payı yüzde 0.5), işletmeler için vergi ertelemesi (payı yüzde 1.5), kısa dönemli çalışma ödeneği (payı yüzde 0.4) olmuştur. Bunlara ek olarak, 17 Nisan tarihinde işten çıkarılmalara yasak getirilmiş, bu yasak 2021 başına kadar uzatılmıştır.” (Erinç Yeldan, Krize karşı paketler ve büyüme)

Devlet işsizlikten kırılan emekçilere seçenek olarak borçlanmayı göstermiş, pandemi sırasında hane halkı borçluluk oranı GSYH’nin %18’ine ulaşmıştır. O kapı da 6 Kasım sonrasındaki faiz artışları ile kapatılmıştır. Sağlanan kamusal destekler bütçeden değil büyük oranda işsizlik fonundan sağlanmış, fonda biriken toplam kaynak 2015’ten beri ilk kez 100 milyar liranın altına inmiştir. Şirketlerin ödeme yükümlülüğünde olduğu ücretler fona ödetilmiş, işsizlik ödeneği harcamalarının fon giderleri içindeki payı %12.6’ya gerilemiştir.

İşsizliğin düşük gösterilmesi (%12.7) iş gücünün ve istihdamın azalması sayesinde mümkün olmaktadır. İş aramayan ama çalışmaya hazır olanlar eklendiğinde gerçek işsizlik rakamının %30’lara çıkıyor olması görmezden gelinmektedir. Yaklaşık 9.5 milyon kişi işsizdir; kadınların istihdamdan dışlanması çok daha yoğun yaşanmaktadır. Açlık ve yoksulluğun şimdiye kadar görülmeyen çok farklı veçhelerine tanık olacağımız bir altı ay var önümüzde. Aşı meselesi sonrasında Avrupa’da açılmanın sorunsuz gerçekleşmesi ve turizmin yeniden canlanması mümkün olursa bu tablonun aşırılıkları kısmen törpülenebilir. Ancak yaza kadar sosyopolitik açıdan son derece sıra dışı tepki ve gelişmelere hazırlıklı olmak gerekmektedir.

Krizden çıkış senaryoları açısından ise K tipi çıkış senaryoları ağırlık kazanmaktadır. Finans ve sanayi, Wall Street-Main Street çatallanması, finansal varlıklara sahip süper zenginlerle emek gücünü günlük olarak satarak geçinmek zorunda kalanlar arasındaki ayrışmalar kriz çıkışı gelişmelerine de yansımaktadır. Ulusal ekonomilerin kimi segmentleri hızla toparlanabilecekken bir bölümünün uzun süreli bir durgunluğa saplanacağı düşünülmektedir. Herkesin diline pelesenk olan “kutuplaşma”nın sosyal zeminini kapitalizmin bu eşitsiz gelişmeye dayalı doğasında aramak gerekiyor, kültürelci bakış açısı dışında da seçenekler mevcut ama daha zahmetli. Marx’ın dediği gibi: “Her şey ilk göründüğü gibi olsaydı bilime gerek kalmazdı.”

Türkiye açısından ise birikim rejimi krizine bir çözüm bulunamadığı için W tipi, ardışık büyüme ve küçülmelerin yaşanacağı uzun bir evre var önümüzde. Büyümeler sermayenin hanesine yazarken emekçiler için büyüme de küçülme de yıkım yaratmaya devam edecektir. Emekçiler açısından tünelin sonunda ışık görünmüyor. “Gene TÜİK verilerine göre iş gücü ödemelerinin milli gelir içerisindeki payı geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 32.9 iken bu oran 2020 yılında yüzde 29.9 oldu. Diğer yandan “net işletme artığının” (sermaye gelirlerinin) payı ise yüzde 50.5’ten yüzde 55.3’e yükseldi.”

Egemen sınıflar alt sınıflara doğru servetin yeniden dağıtılmasına direndikçe yaşama dair ne varsa her şeyin yıkımını hızlandırıyorlar.

Güvence Hareketi, bu yıkımın alternatifini inşa arayışıdır esas olarak.