Beklemek Yerine İstemek

Faşizm hegemonya üreterek değil karşıtlarını büyük oranda felç ederek varlığını sağlamlaştırmaya devam etmektedir. Kendimizden başlayarak bu felç olma halinden çıkış yolları üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor.

“Mesele faşizm olduğunda, entelektüel yetilerimiz kendi sınırlarına tosluyor. Faşizme karşı tamamen entelektüel bir tutum yetersizdir. “Gelinen gerçek nokta” ya dair rasyonel analizler, ancak iradeyi –ne kadar irrasyonel olursa olsun– durumla açıktan hesaplaşmaya hazırladığı sürece işe yarar. Nesnel politik analiz için de aynısı geçerlidir – ister şu veya bu doğrulanmış bilimsel paradigmaya uysun, isterse eleştirel olarak incelenmiş tarihsel tecrübeyi temel alsın.”

Buden’in tespitine katılmamak mümkün değil. Özellikle soldan yapılan tespitler, faşizme karşı direnişin yetersiz enerjisinin çizdiği sınırlı çerçevede ya sürekli kendisini tekrarlıyor ya da tablonun neredeyse herkes tarafından bilinen kesitlerini alt alta dizerek oluşturulmuş betimlemelerle sınırlı kalıyor. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: Faşizme karşı mücadelenin momentumunu büyütmek için politik öncülük iddiasında olanların tutup çekmesi gereken zincirin kritik halkası neresidir? Zincirin kritik halkasının tespit edilmesi muhakkak ki eylemli bir kolektif tefekkür gerektirmektedir fakat süreç ilerledikçe temel sorunumuz, en sağlam tespit ve öngörülerle yola çıksak bile gerekli noktalarda enerjimizi yoğunlaştırma kapasitemizi de kaybetmekte oluşumuzdan kaynaklanır hale gelmektedir. Toplumcu hareketler içerisinde kısmen kadın mücadelesinin dışında kalabildiği bu açmaz, kafa ve beden koordinasyonunu sağlamakta oldukça zorlanan bir politik aktörler kümesi yaratmıştır. Faşizm hegemonya üreterek değil karşıtlarını büyük oranda felç ederek varlığını sağlamlaştırmaya devam etmektedir. Kendimizden başlayarak bu felç olma halinden çıkış yolları üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor.

Toplumcu siyasetin ön plana çıkabildiği dönemlerde faşizmin ciddi açmazlarla karşı karşıya kaldığını 2013 sonrası deneyimimiz açıkça ortaya koyuyor. Metropol araştırma şirketinin Türkiye’nin Nabzı araştırması “şahsım”ın şahsi desteği ölçeğinde bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Erdoğan’ın ilk ölçümün yapıldığı Aralık 2011 sonrasında desteğinin dip yaptığı tarih 7 Haziran 2015. Bu tarihte %37,5’e kadar gerileyen destek 15 Temmuz’da %67,6’ya kadar çıkıyor. 7 Haziran’da yaşanan yenilginin meyveleri muhalefet tarafından toplanamayınca yaratılan olağanüstü koşullarla destek yukarıya çekiliyor ancak bir daha da o seviyeye hiç ulaşamıyor. İlgi çekici olan seçim dönemlerinde rakamların Erdoğan aleyhine gelişmesi, seçimler genel olarak muhalefetin canlandığı dönemler olduğu için bu sonucun ortaya çıkması anlaşılır. Bunun dışında “onaylamıyorum” oranının en düşük olduğu dönemler ise savaş ve dış müdahale süreçleri. Marttan beri yükselişe geçen “onaylamıyorum”lar Doğu Akdeniz gerilimi sonrasında %5 oranında azalıyor. Restorasyoncu muhalefetin milliyetçilik kapanına her sıkışması, Saray rejiminden daha şahin bir müdahaleciliği savunur hale gelmesi iktidarın elini her durumda güçlendiriyor. Milliyetçilik ve savaş politikaları iktidar tarafından siyasetin alanını daraltmak için en etkin yöntem, dışarıda yapılamadığında içeride daimi düşman HDP’nin hedef haline getirilmesi de rejimin yol haritasının ayrılmaz bir parçası.

Son HDP operasyonu sonrasında dayanışmanın büyütülmesi ve harekete geçilmesi yönünde bir fikir birliği oluşsa da bunun nasıl hayata geçirilebileceği konusunda kafalar karışık. Oysa iktidar hamaset üretme dışındaki tüm alanlarda performans itibariyle bir çöküş yaşıyor. Dış politikada Yunanistan’ın istediği çizgiye gelmenin büyük başarısızlığı torbadan çıkan tavşan Maraş hamlesiyle daha büyük skandallara ve geri adımlara yol açacak. Dolara bakmayan Ekonomi Bakanı hakkında kulaklarımıza hiç de hayırla anmalar gelmiyor. Milli gelirin 2007’deki rakamın 1300 dolar (9700-8400) gerilemesi tek başına bir çöküş işareti. Sağlık Bakanı’nın vakalarla ilgili itirafı sürecin yönetimi üzerindeki kontrolün kaybı intibaı yaratıyor. İşsizlik rakamları artan faizlerle birlikte daha da kalıcılık kazanıyor. Rejim ise bu sorunları çözme kapasitesini kaybetmesinin bir göstergesi olarak HDP’yi kapatmaya dönük hamleler hazırlıyor, seçim yasasını değiştirip iktidarını kalıcılaştırmaya çalışıyor, OHAL KHK’larını hukuki açıdan değerlendirmeyi göze alamayan bir Anayasa Mahkemesi’ne bile tahammül edemiyor.

Muhalefet kendisine dönük saldırıları beklemek ve sonrasında da etkisiz tepkiler vermek yerine bu başarısızlık ve siyasetin gayrimeşru biçimlerde dizayn edilmesi çabalarına karşı aktif ve eylemli bir biçimde “Hükümet İstifa! Erken Seçim Hemen Şimdi” kampanyası başlatamaz mı? Bu şartlarda daha hala meclise soru önergesi verebilen bir demokrasicilik mantığından kurtularak iktidarın oyun kuruculuğuna tabi olmayan bir tutum alınamaz mı? Saldırıları bekleyerek değil de manevra yaparak, proaktif davranarak bizim tarafın moralini ve inancını yükseltemez miyiz? Ekonomik krizin en yakıcı sonuçlarıyla güvence talepleriyle mücadeleyi yükseltirken iktidar karşıtı öbeğin tutumunu ileri atacak bir perspektif ortaya koyamaz mıyız?

Sosyalistler olarak bu çizgide yürüyebilecek araç, kurum ve kapasiteye sahibiz.