Günlerin getirdiği: 12 Gün Savaşı’nın kazananı kim?
İsrail-ABD, rejim değişikliği için havadan desteklemek istediği kara güçleri ararken “devrimci yenilgicilik” tartışması açmak sosyalist birikimin ne kadar zayıfladığını gösteren bir akıl tutulması olabilir ancak. Devrim yapıyorum derken kimin askeri olduğunu fark etmeden, halkın öz gücüne yaslanmadan harekete geçen unsurların Libya ve Suriye’de yarattıkları tahribatın boyutları çok iyi dersleştirilmelidir.

İran saldırının ilk günü ortaya çıkan tablonun yükselttiği beklentiler kadar büyük bir kayba uğramamayı başardığı için kendisini başarılı sayabilir. İlk gün ortaya çıkan büyük şoku atlatabilmek bile belli bir kurumsal kapasiteye dayanıyor olmayı gerektiriyordu. Rejim, İsrail’in Demir Kubbesinin etkili bir biçimde delinebileceğini gösterirken ABD’nin B2 bombardımanına rağmen nükleer birikimini bütünüyle kaybetmemeyi de başardı. ABD üslerine yaptığı karşı saldırı da özellikle iç kamuoyunda rıza üretimi konusunda etkili olmuşa benziyor, salı günü gerçekleşen orduya destek yürüyüşleri bu bağlamda değerlendirilebilir.
Trump barış güvercini, izolasyonist pozlarında iktidara gelip bir anda savaş şahini kesilen ilk ABD başkanı değil. Ancak savaşın uzamasına kısa vadede ihtiyaç duymadığı açık. NATO Genel Sekreteri Rutte’den gelen yağcılık seviyesi yüksek tebrikleri de düşünürsek finans-kapital enternasyonalinde prestijinin yükselmekte olduğunu görebiliriz.
İsrail’in etkili karşı istihbarat operasyonları ve hava bombardımanları kara gücü desteği olmadan bundan daha fazlasını başarma kapasitesine sahip değil. İsrail toplumunun savaşın sıcaklığını bir kez daha hatırlaması anlamında da 12 Gün Savaşı’nın etkili olduğu görülüyor. İsrail’de mutlak bir zafer hissinin oluşmadığını düşünebiliriz.
İstikrarsız bir denge koşullarında belli süre devam edebilecek bir çatışmasızlık hâli neredeyse bütün taraflara dayatılmış durumda.
Rusya’nın askerî olarak Ukrayna’da bir huruç hareketi gerçekleştirememiş olması, Çin’in ise artan ekonomik rekabetine rağmen askerî ve siyasi açıdan bir cüce konumundan çıkmayı tercih etmemesi ABD’nin aşınan küresel hegemonyası karşısında uluslararası revizyonist güçlerin gerçek bir meydan okumaya hazır olmadıklarını gösterdi. 7 Ekim 2023’ten ya da Suriye düşmeden önce İran’a yönelik böylesi bir müdahale bir dünya savaşı tetikleyebilecek bir meydan okuma olarak görülebilirdi ancak son iki yılda yaşananlar ABD’nin hegemonyasının yıpranmakla birlikte karşı karşıya bulunduğu meydan okumanın zayıflığıyla ilgili de çok fazla sayıda veri ortaya çıkardı. Meydan okumanın zayıflığı, emperyalizm ve yükselen güçler arasında doğrudan çatışma olasılığını azaltan bir etki yaratıyor. ABD, hem Rusya hem de Çin’in sinir uçlarıyla güçlü biçimde oynadı ancak buradan gelen karşılıklar ilk anda akla geleceği kadar şiddetli olmadı. Bu tablo küresel ölçekteki düzensizliğin ve hegemonya krizinin hızla savaşa yönelmeyecek olsa da uzun erimli ve yapışkan bir iklim içinde hareket etmemize yol açacağını gösteriyor.
İsrail-ABD saldırısı karşısında pozisyon almak baskıcı İran rejimine destek vermek anlamına mı geldi? Mahsa Amini İsyanı sürecinde ezilen İranlı kadınların, gençlerin, emekçilerin devrimini nasıl desteklediysek bugün de emperyalist saldırganlık karşısında tutum aldık ve bu ikisi de birbiriyle kusursuz biçimde tutarlı. İsrail-ABD, rejim değişikliği için havadan desteklemek istediği kara güçleri ararken “devrimci yenilgicilik” tartışması açmak sosyalist birikimin ne kadar zayıfladığını gösteren bir akıl tutulması olabilir ancak. Devrim yapıyorum derken kimin askeri olduğunu fark etmeden, halkın öz gücüne yaslanmadan harekete geçen unsurların Libya ve Suriye’de yarattıkları tahribatın boyutları çok iyi dersleştirilmelidir. Bir tür Troçkist eğilimin her tür halk hareketini kendiliğinden ilerici diye nitelemek gibi bir zafiyeti var ki geç 20. yüzyıldan bu yana Ukrayna başta olmak üzere birçok deneyim görüntüdeki halk inisiyatifinin, siyasi düzlemde doğruya kestirmeden ulaşmanın anahtarı olmadığını fazlasıyla ortaya koydu. Tam tersine kendi varlığını güvence altına almanın ötesinde emperyalist işgalcinin varlığına güvenerek gereğinden fazla iktidar hayali gören unsurların kısa vadede ne kazanırlarsa kazansınlar orta vadede geri dönemeyecek bir biçimde kaybedecekleri kesindir. Emperyalist işgal karşısında devrimci gücün tek seçeneği işgale karşı en büyük vatan savunmasını, en güçlü bir biçimde örgütlemenin yollarını aramaktır. Özellikle Japon ve Alman işgalcilere karşı muazzam bir direniş örgütleyen Çinli, Yunan, Fransız, Yugoslav, Arnavut, İtalyan komünistlerin deneyimleri muazzam öğreticidir. ÇKP, 1949 Devrimi’nin yollarını büyük oranda Koumintang’ın ülkeyi Japon işgaline karşı koruyamamasına karşın işgalciyle en güçlü biçimde hesaplaşma iradesi ortaya koymasına bağlı olarak döşeyebilmiştir.
30 Haziran’da CHP yönetimini el çektirmeye zorlayacak bir mahkeme kararı çıkacak mı? Kılıçdaroğlu’nun riyakâr tutumunda ısrar etmesi bu ihtimalin yüksek olduğunu gösteriyor. Finans kapitalin Şimşek programının devamı karşılığında iktidarla politik paktını güncellemesi İmamoğlu-Özel ikilisini yüzünü halka dönmek zorunda bırakıyor. Kılıçdaroğlu görünümlü hükümet darbesiyle uzlaşmaya kalkarlarsa ve sokağı aktive etmekten imtina ederlerse partiyi terk etmek durumunda kalabilirler. İkiye bölünmüş bir CHP’nin ortaya çıkması, iktidar alternatifinin kısa vadede ortadan kaybolması ve İmamoğlu’nun unutulmaya yüz tutması iktidarın DEM Parti karşısında da çok daha yüksekten el açmasını gündeme getirecektir. Barış sürecinin üzerinde ilerlediği bıçak sırtının varlığı iki temel parametreye bağlı: Suriye ve içeride iktidar alternatifinin varlığı. Bunlardan birisiyle ilgili köklü bir değişikliğin ortaya çıkması yeni bir durum anlamına gelecektir. Sosyalistler olarak 30 Haziran’daki olası bir yargı darbesi karşısında halkın yürüteceği demokrasi mücadelesinin en tutarlı ve kararlı aktörlerinden birisi olabilmek kitleselleşme kanallarına ulaşabilmek açısından da önemli bir seçenek olarak görülmelidir. Bu demokrasi mücadelesi intiharlarla daha da ayyuka çıkan büyük yoksullaşmaya karşı da bir ekmek kavgası hüviyeti kazanmalıdır ki başarıya ulaşabilsin. Bu sentezin ortaya çıkmasını en baştan beri güçlü bir biçimde savunan ve bunun pratiğini hayata geçirmeye çaba harcayan proletarya sosyalistleri bu sebeple belki de yegâne tutarlı demokrasi savaşçıları olarak anılmayı hak ediyor.
CHP’ye kayyım, düşük maaş zammı için minimuma ayarlanmış enflasyon, kamu işçilerine açlık ücreti dayatması eş zamanlı yaşandığında toplum delirme eşiğini aşabilir. Çünkü bıçak gerçekten kemikte…