Suriye ve sonrası
M. Sinan Mert yazdı: Yeni durum Türkiye’de demokratik dönüşümün ve onurlu bir barış inşasının ihtimalini azaltırken hayati önemini daha da artırmıştır. Erdoğan’ın bir tür NATO operasyonu olarak gelişen bu “devrim”in kısa vadede kazananlarından birisi olacağı açıktır. Türkiye ile Rojava arasında barış içinde bir arada yaşama konsepti geliştirilemezse ABD ile İsrail’in Rojava üzerindeki etkisinin daha da artması kaçınılmaz hâle gelebilir. Böylesi bir durum DEM Parti açısından da çok zorlayıcı etkiler yaratabilir.
BAAS rejimi Rusya, Hizbullah ve İran’dan beklediği yardımı alamayacağını anlayınca anlaşmalı olduğu izlenimi veren bir biçimde iktidarını cihatçılara teslim etti. Suriye bölgesel güçlerin av sahasına dönüştü. İsrail şimdiden Golan işgalini genişletti ve bölgenin zengin su kaynaklarına el koydu. Yıllardır yapamadığını yaparak BAAS rejiminin en etkili vurucu gücü Suriye Hava Kuvvetlerini imha etti. Türkiye destekli güçler ise Menbiç’i ele geçirdikten sonra Fırat’ın doğusunu zorlayan hamleler içerisinde.
ABD, Irak’ta Marx’ın Paris Komünü’nden çıkardığı devrimin eski devleti yerle bir etmesi gerektiği dersine nazire yaparcasına BAAS rejimini taş üstünde taş bırakmayacak ölçüde yok etmişti. “Emperyalist Devrim”lerin Irak deneyimi sonrasında daha muvazeneli gitme arayışında olduğu düşünülebilir. Suriye’deki geçiş hükümetinin eski rejimin kimi unsurlarını da içereceği görülüyor. Bürokrasi içinde son dönemde Körfez ülkeleriyle yakınlaşan kimi aktörler yeni dönemde kendileri için kimi konumlar kapabilirler. Sıfatı ne olursa olsun bir devrimin gerçekleşebilmesinin, devrimcilerin kapasitesinden de daha fazla devletin kurumsal kapasitesinin çökmesiyle ve bu anda doğru noktaya güç projeksiyonu yapılabilmesiyle ilgili olduğu da bir kez daha sergilenmiş oldu.
Colani’nin gömlek değiştirme PR’ının kısa süre içerisinde El Kaide özüne dönüş görüntüleriyle yer değiştireceği, Suriye’nin Afganistanlaşma yolunda hızı çok da öngörülemeyecek bir biçimde ilerleyeceği akılda tutulmalıdır. “Şam’ın yeni hâkimi Colani, CNN’e mülakat vererek tarihsel benzerlerinden farklılığını vurguladı. Bu yazının kaleme alındığı saatlerde İran Şam’daki yeni iktidarla doğrudan temas etmiş bulunuyor. Kuşkusuz Suriye’nin geleceği belirsiz ve yeni çatışmalar muhtemel, lakin ezberden referans verilen Afganistan, Libya, Irak gibi bir manzara yok. Anlaşılan Suriye’de Esad dahil bütün taraflar bu senaryoya yeterli bir süre hazırlanmış” Bu gibi erken yorumlar satıhtaki makyajlara özdeki dinamiklerden daha fazla kredi açmakta yanılmış olduklarını çok zaman geçmeden görebilirler. Selefi dünyası açısından bu tablo 1978’deki İran Devrimi’ne benzer bir etki yaratacaktır. İktidarı alanın kimi aşırılıkları törpülenmiş bir IŞİD olduğu gerçeği açıktır. Cicim günleri geçtikten sonra bu gerçeğin farklı boyutlarına tanık olacağız.
Erdoğan’ın İdlib’te küvez koşulları sağladığı embriyo şimdi kendisini hızla çoğaltarak kendi kodlarına uygun bir Suriye yaratmaya soyunacak. İsrail ve ABD’nin bunu mutedilleştirmeye çalışacağını düşünenler dünyanın son 50 yılından pek bir sonuç çıkaramamışlar demektir. Cihatçı İslam bir emperyalizm imalatıdır ve bir kez daha açıkça görüldüğü üzere gerektiği zamanda gayet işlevsel roller oynayabilmektedir.
İktidarı ele geçiren güçlerin kısa vadede olmasa bile Kürtlerle çatışması kaçınılmazdır. Rojava’nın elinde tuttuğu kaynakları korumaya devam edebilmesi için askerî ve siyasi gücünü sürekli olarak HTŞ’ye dayatması gerekecektir. Türkiye de bu çatışmayı şiddetlendirmek için elinden gelen her kozu kullanacaktır. Deyr-i Zor bölgesinde Arap aşiretlerle yaşanan gerilimler SDG’nin Arap-Kürt ittifakını korumakta oldukça zorlanacağı intibaı veriyor. ABD’nin birleştirici rolünü nereye kadar oynayabileceği ise belirsizliğini koruyor. CENTCOM komutanının SDG’ye somut bir ziyaretle destek açıklaması not edilmelidir.
Türkiye ile Rojava arasında barış içinde bir arada yaşama konsepti geliştirilemezse ABD ile İsrail’in Rojava üzerindeki etkisinin daha da artması kaçınılmaz hâle gelebilir. Böylesi bir durum DEM Parti açısından da çok zorlayıcı etkiler yaratabilir.
Hizbullah’ın Lübnan içerisinde bir önceki konumuna kısa vadede geri dönebilmesi artık neredeyse imkânsız hale gelmiştir. İran ise bu koşullarda emperyalizmin çok daha açık bir hedefi hâline gelmiştir. İran kendisini artık sadece nükleer silahla dokunulmaz kılabileceğinin farkındadır. Batı ve İsrail bunu kendisi için kabul edilemez bulursa İran’ın üzerine en kısa sürede çullanmayı deneyecektir. İran’ın hızla destabilize olmasının önündeki engeller giderek zayıflamaktadır.
Irak ve Afganistan savaşları sonrasında yönetme ve olayları istediği yönde dönüştürme yeteneğiyle ilgili soru işaretleri yaratan ABD emperyalizminin moral ve özgüven depolaması açısından 7 Ekim 2023’ten bu yana büyük sıçramalar gerçekleştiği ortadadır. Rusya ve Çin, Ortadoğu’da elde ettikleri mevzilerin önemli bir kısmını hızla kaybettiler. Rusya, Ukrayna’da elde edebileceği hiçbir kazanımla telafi edemeyeceği bir kayıp yaşadı. Çin ise doğrudan Xi-Jingping’in stratejik ortağı ilan ettiği Esad için parmağını dahi kıpırdatamadı. Trump’ın ticaret savaşlarına hazırlık yaparken neredeyse bütünüyle yabancısı olduğu bir sahada emperyalizmle aşık atmaya kalkmadı. Bu tabloda yaşananlar Çin-Rusya ekseniyle ABD-İsrail-AB emperyalist bloğu arasında hiçbir ayrım yapmaksızın “emperyalist güçler arasındaki mücadeleler” anlatısına cephane taşıyan sosyalistlerin de yeniden değerlendirme yapmasına hizmet eder umarız. Hegemonyaya yönelik tehdidin azalması savaşın küresel ölçekte yaygınlaşması ihtimalini azaltacaktır.
Kimi Batılı analistler ve parlak yerli akademisyenler Daron Acemoğlu’nun demokrasi ve kapsayıcı kurumlar ilişkisi üzerine inşa ettiği son dönem tezlerinden yola çıkarak Suriye’de bunun hayata geçip geçemeyeceğini tartışmaktalar. İslamcılık ve kapsayıcılık arasındaki zıtlık bir yana Batı demokrasisini kapsayıcı kurumlar inşa etmeye zorlayanın siyasallaşmış bir sınıf hareketi olduğu unutulmaktadır. Kapsayıcı kurumlar bütün kimlikleri sınıf siyaseti ekseninde bir arada harekete geçirme kapasitesine ve düzeni temellerinden yıkma yeteneğine sahip işçi sınıfı hareketinin yükselen mücadelesine karşılık, bunun yarattığı güçler dengesinde inşa edilebildi. Demokrasinin, insanlığın ve yer kürenin giderek derinleşen varoluş krizi aslında sınıf hareketinin rönesansının gecikmesinden kaynaklanmaktadır.
Yeni durum Türkiye’de demokratik dönüşümün ve onurlu bir barış inşasının ihtimalini azaltırken hayati önemini daha da artırmıştır. Erdoğan’ın bir tür NATO operasyonu olarak gelişen bu “devrim”in kısa vadede kazananlarından birisi olacağı açıktır. İnşaat sektörünün şimdiden etekleri zil çalmaktadır. Resesyondaki Türkiye ekonomisi için Suriye’nin yeniden inşasının sermayeye önemli bir değerlenme alanı açacağı düşünülmelidir. Bu kazanımların iç siyasette de muhakkak karşılığı olacaktır. Ekim ayından bu yana yaşananları analiz ederken Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelere müdahil olma kapasitesine sahip olmadığı yönündeki tespitlere fazlaca yaslanmanın sınırları da ortaya çıkmıştır. Bu durum güçlü bir ücret siyaseti üretememenin ve bunu da Kürtlerin onurlu barış talebiyle enerjik bir biçimde birleştirememenin maliyetini arttıracaktır. Bu maliyeti ödememek açısından devrimci demokrasi güçlerinin önümüzdeki altı ay içerisinde ne oranda bir enerjiyle harekete geçebilecekleri hayati önemde olacaktır.
“Bu anlamda asgari ücretin, küresel konjonktürü ve günümüz gerçeklerini dikkate almayan polemiklere malzeme edilmemesi gerektiğine gönülden inanıyoruz. Süreci en hızlı biçimde sonuçlandırarak ülke gündeminden çıkarmayı istiyoruz. Son olarak, asgari ücret işveren desteğinin bu yıl da artarak devam etmesi, üretim, istihdam ve ihracat performansımızı korumak için kayda değer fayda sağlayacaktır. Bu meşakkatli süreci ortak akıl ve istişare ile mutabakat içinde tamamlayıp odağımızı hep birlikte enflasyonla mücadeleye, alım gücünün önce korunmasına, ardından artırılmasına, vergi, istihdam kolaylıkları gibi çalışma hayatının diğer konularına ayırmanın önemine inanıyoruz” Asgari ücret masasındaki sermaye temsilcilerinin “süreci en hızlı bir bicimde sonuçlandırma” çabası nasıl bir dinamit üzerinde oturduklarını fark ettiklerini göstermesi açısından öğreticidir. İşyerlerinin faşist despotları patronların zorbalıklarını görünmez kılmak için sığındıkları bu “ortak akıl istişare” şaklabanlıklarıysa tek kelimeyle mide bulandırıcıdır. İşyerinde işçiye dayatılan ilişki biçimi çağdaş faşizmin nüvesidir.
Jeopolitiğin yarattığı gündemleri hummalı bir biçimde günlerce tartışmak ister istemez çok cazip gelebilir ancak sosyalistlerin aralık ayında ücret meselesi dışında bir konuya gereğinden fazla odaklanmaları sınırlı enerjilerin daha fazla etkisizleşmesinden başka bir sonuç yaratmayacağı ortadadır. 8 Aralık mitinginin coşkusundan da alınan güçle sınıf örgütlenmesine ve ücretler gündemine kilitlenmek sonuç alabilmek açısından hayati önemdedir. Gündemlerin peşinde koşan değil gündem belirleyen bir sosyalist hareket olabilmek bu noktada kararlı durabilmekten geçiyor.