Ayağa kalkan direniş

M. Sinan Mert yazdı: Yaşananların Türkiye’deki alımlanma biçimi solun hegemonyasındaki zayıflamanın işaretleriyle doludur. Kendisini muhalif olarak gösterebilen seküler milliyetçi ve ırkçı söylemin Arapları bu düzeyde ötekileştirmesi ve Filistin halkının çektiklerinin “toprakların satılması” edebiyatıyla meşru gösterilmeye çalışılması oldukça geniş kesimlerin olaya bakış açısını etkilemiş görünmektedir.

HAMAS başta olmak Filistinli örgütlerin birlikte gerçekleştirdikleri harekât, hiç kuşku yok ki yaratabileceği sonuçlar ve statükoyu sarsma kapasitesi açısından son yılların en devrimci eylemi olarak değerlendirilmelidir. Kendisine neredeyse dokunulmazlık atfeden İsrail’in güvenlik duvarlarının böylesine ustalıkla etkisiz hale getirilmesi, böylesi bir hazırlığın başarıyla kamufle edilebilmesi ezilen halklar lehine moral hanesine yazılması gereken olgulardır.

İsrail bir işgal, sürgün ve apartheid devletidir. 28.000 km2 üzerinde yaşayan 15 milyon kişilik nüfusun kişi başına düşen geliri 50 bin dolar civarındayken toprakları talan edilen Filistinliler özellikle Gazze’de açlık ve yoksulluk içinde sürünmektedir. Gazze’de yaşayan 2.5 milyon insan İsrail’in sürekli rehinesi durumundadır. İsrail Batı Şeria’da yerleşimci çeteleri eliyle topraklarını hiç durmadan genişletmekte, Filistinlilerin topraklarına, zeytin ağaçlarına el koymaktadır. Filistin yerleşimleri arasında aşılması güç engeller oluşmuş durumdadır, komşu kasabaya gidebilmek için bile onlarca kontrol noktasından geçmeyi ve saatlerce yolculuk etmeyi gerektirmektedir. Filistin toprakları İsrail işgal devleti yüzünden Filistinliler için bir cehenneme dönmüştür. İsrail topraklarında yaşayan Filistinliler ise büyük oranda 2. sınıf vatandaş muamelesi görmektedir.  İsrail, ABD denetiminde gerçekleşen Oslo süreci sonrasında ortaya çıkan Filistin Devleti’ni fiilen kağıt üstünde kalan bir yapı haline getirmiştir, Doğu Kudüs Filistin Devleti’nin başkenti olması gerekirken İsrail tarafından fiilen zaptedilmiş durumdadır. Bu durumda Filistinlilerin onur ve haysiyetlerini, topraklarını ve yaşam alanlarını korumak için savaşmak dışında bir seçenekleri yoktur.

9 Ekim tarihi 1973 Yom Kippur Savaşı’nın yıldönümü olarak seçilmiş ve hazırlıkların bu ölçekte olgunlaşabilmesinde İran’ın muhtemelen Hizbullah aracılığıyla ilettiği desteğin büyük bir etkisi olduğu açıktır. İran bir taraftan Çin inisiyatifinde gelişen bir müzakere süreciyle Suudi Arabistan ile anlaşmaya çalışmaktadır ancak İsrail’in de ABD inisiyatifinde Suudi Arabistan ile anlaşmaya çok yakın olmasından büyük rahatsızlık duymaktadır. İran’ın kuzeyindeki statükonun da Ermenistan aleyhine değişmesi, on binlerce Ermeni’nin Karabağ’ı terk etmek etmek zorunda kalmasının yanısıra İsrail’in Kafkasya’daki önemli müttefiki Aliyev Azerbaycan’ını güçlendirerek Tahran üzerindeki kuşatmayı derinleştirmektedir. İsrail ile Lübnan Hizbullah’ı arasındaki gerilimin de hızla yükselme potansiyeli bulunduğu düşünülürse 9 Ekim’de yaydan çıkan okun olağandışı gerilimleri tetikleme olasılığının altı çizilmek durumundadır.

Yaşananların Türkiye’deki alımlanma biçimi solun hegemonyasındaki zayıflamanın işaretleriyle doludur. Kendisini muhalif olarak gösterebilen seküler milliyetçi ve ırkçı söylemin Arapları bu düzeyde ötekileştirmesi ve Filistin halkının çektiklerinin “toprakların satılması” edebiyatıyla meşru gösterilmeye çalışılması oldukça geniş kesimlerin olaya bakış açısını etkilemiş görünmektedir. Tarihsel bilincin silindiği, her seviyede cehaletin ortalığı kapladığı koşullarda mültecilere duyulan düşmanlık her anlatıyı kendince eğip bükerek kendisini yeniden üretmeyi başarmaktadır. Tarihsel gerçeklerin kitlelere anlatılması ve Filistin halkının direnişinin sahiplenilmesi önemli bir politik görev olarak karşımızda durmaktadır.

Eylemler sadece HAMAS tarafından örgütlenmedi, FHKC’nin de eylemlere açık destek verdiği görülüyor. İsrail solu da özellikle Netanyahu yönetimindeki ırkçı ve dinci hükümetin çatışmaların tetiklenmesi açısından rolünün altını çiziyorlar. İsrail’in bu ölçekte bir istihbarat ve askeri zaaf yaşamasında eylemin devrimci feda yönünün gücünün yanısıra Anayasa Mahkemesi kararlarının hükümet tarafından tanınmaması düzenlemesi sonrasında yaşanan devlet krizinin önemli bir rolü olduğu düşünülebilir. Ancak bundan yaklaşık 30 yıl önce İsrail ve ABD eliyle kurdurulan ve el altından Filistin direnişini yönlendiren sol ve sosyalist gruplara karşı desteklenen HAMAS’ın sivillere yönelik kayıtsız ve zaman zaman insanlık dışı yaklaşımı tarihsel bir yenilgiyle ve meşruiyet kriziyle karşı karşıya kalan İsrail devletine tutunacak bir dal sunmaktadır. Ancak devrimler ve devrimci mücadeleler Engels’in de altını çizdiği gibi dünyanın en şiddetli ve kanlı olaylarıdır. Liberal sol anlatılar bu gerçeği birçoklarına unutturmuş görünüyor. Politik eleştirisini politik metinlerdeki kelimeleri cımbızlayarak yapabilen parçalı ve kafası karışık politik akıl bu olayda da bütünlük ve tarihsellik içerisinde süreçleri ele alabilme yeteneğini kaybetmiş ve kimi anektodlar üzerinden Davudların Golyat’a karşı bu ayağa kalkışını itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. Sosyalist hareketlerin zihinsel süzgeçleri bu tür dev gafları içerebilecek kadar genişlememiştir neyse ki… Ancak Kürt sorunu ekseninde HÜDAPAR’ı etkin bir aktör haline getirmeye çalışan devlet aklının olası sonuçları üzerine düşünmek için de bu yaşananlar dikkatlice ele alınmalıdır.

Büyük tarihsel haksızlıkların birer fay hattı gibi hiç beklenmeyen anlarda böylesi sarsıntılar yaratma kapasitesi düşünüldüğünde büyük insani acılar yaşamamak adına halklarımızın eşitlik ve özgürlük içerisinde bir arada yaşayabilmesinin yollarını yaratmak için devrimcilerin, Kıvılcımlı’nın deyimiyle “tarihin ebesi” rolünü oynayabilmeleri hayati önemdedir. Emperyalizmin ve sömürgeci ulus devletlerin kangren haline getirdiği Kürt Sorunu da Filistin Sorunu da Karabağ Sorunu da halklarımızın ortak yaşamını güçlendirecek biçimde ancak yerel demokrasileri güçlendiren, eşit vatandaşlığı mutlak biçimde güvence altına alan ulus ötesi devletler konfederasyonu kurma perspektifine sahip bölgesel devrimlerle çözülebilecektir.