İşçi sınıfımız demokrasi mücadelesinin neresinde?
Peki çok eskilerden beri içinde yaşadığı sosyal eşitsizlikleri bir tür kültürel üstünlük duygusuyla tolere edebilen ve dolayısıyla gerici sağ iktidarların oy deposu haline gelen Sünni – Türk alt ve orta sınıfların direnci nasıl kırılacaktır?
“Dünkü sosyal tarihimize bir bakalım: Türkiye’nin bütün doğum sancıları, işçi sınıfımızın hareketiyle gerçekleşmiştir. Tanzimat’tan, Meşrutiyet’e kadar görünen az çok medeni, Avrupai demokrasi çırpınmaları, hep Türkiye işçi sınıfının siyasi hareketinden kaynak almıştır” (Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Kuvayımilliyeciliğimiz ve II. Kuvayımilliyeciliğimiz, s.51)
İşçi sınıfı devrimciliğinin itibarsızlaştırıldığı, demokrasinin işçilerin mücadelesinden kopuk ele alındığı bir tarihsel momentte abartılı bir değerlendirme olarak okunabilir. Öyle midir? 1908’den bu yana gerçek bir demokratikleşme olanağının ortaya çıktığı her moment, işçi sınıfının güçlü eylem ve örgütlülükleriyle birlikte anılır. 1921 Anayasasının şura (konsey, sovyet ) tipi bir doğrudan ve yerelliği güçlü demokrasi deneyimine açık olması, 1. Meclis’te komünistlerin M. Kemal’in adayı hilafına İçişleri Bakanı seçtirebildiği güçler dengesinden bağımsız düşünülemez.
1960’lar DİSK’in kuruluşundan, 1970’ler Tariş Direnişi’nden bahsetmeden değerlendirilemez. 1980 Darbesiyle kurulan finans-kapital hegemonyası da Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişinin yanı sıra Bahar Eylemleri ve Mengen’e kadar yürüyen Zonguldak işçisi hesaba katılmadan anlaşılamaz.
Egemen sınıfın her yönetememe krizi, ezilenler için bir devrim olanağıdır. Ancak egemen sınıfın zihinlerdeki hegemonyası bu durumu “inanılmaz” kılabilme kapasitesi oranında güçlüdür. Türkiye tarihinin en kritik momentlerinin hep düzen güçlerinin iç mücadeleleriyle şekillenen, kazananı baştan belli bir temelde ele alındığı ve sınıf mücadelesini dışarıda bırakan okumaları günümüz genç devrimci dimağlarını felç ediyor.
“Siyasi hayatla en çok ilgili sınıf, en kuvvetli olan teşkilatlı kitle İşçi Sınıfı’dır. Çoğunluğu, bilinçliliği, teşkilatlılığı bu kadar kuvvetle temsil eden işçi sınıfı, neden fiilen daima en önde müdafaasını yaptığı demokrasimize baş olmasın?”
Kıvılcımlı’nın İşçi Sınıfı olarak tarif ettiği aktörü bugün aslında bütün ezilmişlikleri bağrında toparlayan kolektif bir özne pozisyonu olarak görmemizde bir sakınca yok. Kadınlar, Kürtler, ekoloji mücadelesi çerçevesinde aslında sermayenin yağmasına karşı bir tür vatan savunması yapan örgütler, işçinin hakkını alabilme mücadelesinde yollarda can veren işçi önderleri… Hepimizin aynı gemide olduğu, meseleyi böyle kavramamız gerektiği muhakkak.
Ülke büyük bir politik kırılma noktasına yaklaşırken burjuva muhalefet halkın önüne bir “yeni Türkiye vizyonu” koyamamakla eleştiriliyor. Eleştirenler haklıdır ancak beklentileri temelsizdir. Türkiye’de egemen sınıfların herhangi bir kanadının demokratik bir projesi yoktur. Yaklaşan politik kırılmanın bir demokrasi olanağına dönüşmesi tüm ezilenleri temsilen İşçi sınıfımızın politik aktörlerinin demokrasimize baş olmasıyla mümkün olabilir ancak.
Türkiye’de gerçek bir demokrasi ancak “güçlendirilmiş parlamenter” demokrasi projesi iki yöne doğru genişletilirse mümkün olabilir.
Bu yönlerden birincisi eşit vatandaşlık vektörüyle temsil edilebilir. Türkiye’deki bütün hukuki altyapının eşit vatandaşlık esasına göre düzenlenmesi bir devrimi gerektirir. Kürtlerin siyasi temsiliyet güvencesi, dili, özerklik sahası; Alevilerin inancı, kadınların eşit işe eşit ücret, toplumsal yeniden üretimin sosyalleşmesi ile ilgili talepleri eşit vatandaşlık perspektifiyle çözümlenebilir. Sınıfsal sömürüyü ve ulusal, mezhepsel ve cinsel tahakkümü dışarıda bırakan bir kolektif olarak HALK, kendi içinde bir toplum sözleşmesini eşit vatandaşlık temelinde ortaya koyabilir. Ülkenin cehennemi atmosferine son verecek ve milyonlara demokrasi için kolları sıvama azmi kazandıracak bir perspektif bu noktada oluşturulabilir.
Peki çok eskilerden beri içinde yaşadığı sosyal eşitsizlikleri bir tür kültürel üstünlük duygusuyla tolere edebilen ve dolayısıyla gerici sağ iktidarların oy deposu haline gelen Sünni – Türk alt ve orta sınıfların direnci nasıl kırılacaktır? Ekonomik kriz ve güvencesizlik bu çarkın kırılması için gerekli koşulları sağlıyor. Erdoğan’ın övüne övüne bitiremeyeceği büyüme rakamları da bu gerçeği ortadan kaldırmaya yetmeyecek.
Güçlendirilmiş parlamenter sistemin ikinci geliştirilmesi gereken vektör ise gelişmiş bir güvence ağı inşasına dönük taleplerdir. Temel gelir, temel hizmetler güvencesi, yaygınlaşan işsizlik sigortası, demokratik planlama, şirket karlarının işçilerle paylaşılması, kamusal istihdama ve ekolojinin kendisini yeniden üretimine duyarlı merkezi yatırım politikaları, servet vergisi gibi başlıklarla bezenmiş bir geçiş ekonomisi çerçevesi demokrasi mücadelesine karşı Türk- Sünni direnci kıracak önemli bir kaldıraçtır.
Demokrasi mücadelesinin genişlemesi gereken alanlar programatik çerçeve ile sınırlı değildir. Siyaset yapma araçları açısından da restorasyoncu muhalefetin görmezden geldiği faşist, paramiliter örgütlenme sorununu da ele almak yine devrimci demokrasi güçlerinin omuzlarında duran bir görevdir. Belli kesimlere dağıtılan ve 100 bin civarındaki silahın, Suriye’deki cihatçı bağlantılarını organize eden bir odak tarafından iktidar değişimi olasılığına karşı yıldırma amacıyla kullanılacağı açıktır. Bu tehdide karşı halk güçlerine güven veren bir pozisyon örgütlenemeden kararsızlık, dağınıklık ve kayıtsızlık yaratan etkenler rollerini oynamaya devam edecektir.
Bugün yaşanan krizin gerçek bir demokratikleşme yönünde birikim yaratabilmesi hem mücadele programını hem de mücadele yöntemlerini hep birlikte ele alabilen, sorunlara yanıt verebilen bir devrimci demokrasi kanadının kendisini ortaya koyabilmesine bağlıdır. Sadece programa, sadece hareket halindeki güçlerin yan yana duruşuna referans veren çabalar gerilimin bu seviyesinde demokrasi müsameresi kılığından çıkamaz ve etkili rol oynayamaz. Mücadele alanlarının yan yana gelmesi onları kendiliğinden bir politik güç haline getirmez, politik önderliğin manası üzerine yeterince düşünmeyen iyi niyetli çabalar bu dönemin zorlu yükünü taşıyamaz. Sadece yönteme, sokağa referansla öne çıkmaya çalışmak ise hızla izole olmak ve ezilmek sonucunu doğurmaktadır.
Sosyalistlerin tarihi bir göreve davetli olduğu bir dönemde güç yoğunlaşmasını mümkün kılacak bir zihinsel netlik ortaya koymaktan uzak olma halini derhal aşabilmeliyiz. Yenilenme ve genç kuşaklarla temas kurabilme vehmiyle hızlıca ve yeterli hazırlık yapılmaksızın el yordamıyla bürünüverilen kılıklar, toparlanma değil daha büyük dağınıklıklara da yol açabiliyor.
(Eşit vatandaşlık + güvence ağları + anti faşist kararlılık), İşçi sınıfını demokrasi mücadelesinin lokomotifi haline getirmek için etkin bir formül olarak işlevlendirilebilir.