SGDD işçileri: Kod 29 ile damgaladılar, istinaf kararını tanımadılar
“Ofisler arası rekabet oluyordu, bu da daha çok çalıştırılmamıza sebep olmuştu. Eve gidince sadece uyku uyuyabiliyorduk.
Sizin yaptığınız işi insanlar gönüllü yapmak istiyor, bu anlamda siz çok şanslısınız çünkü hem insani bir iş yapıyorsunuz hem de para alıyorsunuz.”

Sivil toplum kuruluşları yürüttükleri çalışmalar kadar çalışanlarının yaşadıkları sorunlarla da gündeme geliyor. Büyük bir sektör haline gelen STK’lar kendilerini “hak savunuculuğu” faaliyeti ile tanımlarken, çalışanların yaşadıkları hak kayıpları, mobing ve gelecek kaygısındaki artış dikkat çekiyor.
Bu haberimizde Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği’nin (SGDD-ASAM) Ankara, Adana ve Mersin ofislerinde farklı tarihlerde işten atılan işçilerin görüşlerine yer veriyoruz. İşçilerin öne sürdüğü iddiaların bir kısmını ise derneğin yöneticisi ve avukatı olan Kadir Ağrıdağ’a da sorduk.
Binlerce çalışanı olan SGDD-ASAM, 40’tan fazla ilde 60’ı aşkın ofisi ile Türkiye’de faaliyet gösteriyor. Aynı zamanda derneğin Yunanistan ve Belçika’da da ofisleri bulunuyor.
Web sitesinde tarafsızlığını “Dil, din, cinsiyet, ırk, cinsel yönelim ve siyasi görüş ayrımı gözetmeksizin tüm sığınmacı ve mülteci gruplarına hizmet sunuyor.” şeklinde belirten SGDD’ye, işçiler katılmıyor. İşçilere göre sığınmacı ve göçmenlerin önemli bölümü Suriye’den gelen Kürtler olmasına rağmen derneğin sunduğu hizmetlerde Kürtçe bulunmuyor.
Diğer yandan işçiler kanuni haklarının peşine düşünce kod 29 ile yıldırılmaya çalışıldıklarını dile getiriyor.
Avrupa Birliği (AB) başta olmak üzere çeşitli fonlayıcı kurumdan destek alan diğer STK’lar gibi SGDD de, çalışanlarıyla proje başlangıç-bitiş sürelerine göre sözleşmeler yapıyor. Fakat sözleşmeler birden fazla tekrar ettiği için hukuki olarak belirsiz süreli bir hal alıyor. Çalışanlar, proje bitmeden iki ay öncesinden işçilere fesih bildirim tebligatı sunulduğunu fakat bunların prosedür gereği olduğunu ve projelerin devam ettiğini söylüyor. İşçiler keyfi, ayrımcılığa dayalı ve politik nedenlerle işten çıkarılmalarından dolayı sivil toplum alanında yaşanılan hak gasplarının bilinmesini istiyor. Konuştuğumuz bazı işçiler işe iade davası açmış, bazı çalışanlar kurum tarafından yapılan 29 kodu dayatmasından dolayı uzlaşmak zorunda kalmış, bazı davalar devam ederken mahkemeden emsal bir kararın çıkmasını da sağlamışlar.
30 Kasım 2018 tarihinde fesih bildirim tebligatı imzalatıldığını söyleyen işçilere (Mersin ve Adana’dan çıkarılanlar), bir hafta sonra da sözlü olarak sözleşmelerin yenilenmeyeceği 31 Ocak’tan itibaren kendileriyle işe devam edilmeyeceği bildiriminde bulunulmuş. İşçilerin iddiasına göre neden işten çıkarıldıklarına dair bilgilendirme yapılmadığı gibi yöneticilerin kendilerine “Bundan sonra kuruma gelmenize gerek yok, iki ay maaşlarınızı ve sigortalarınızı yatırmaya devam edeceğiz, bu yönetim kurulu kararı” denilmiş.
Pandemi sürecinde evden çalışma sistemine geçen SGDD, çalışanların şehir dışına çıkmasının yasak olduğunu belirterek “İki saatte üç saatte bir konum açacaksınız, sizi takip ediyoruz bilgisayarınıza giriş yapma iznimiz var” denilerek çalışanlar denetim altına alınmaya çalışılmış. Memleketine gidenlere ise iş performanslarında herhangi bir aksaklık olmamasına rağmen tutanak tutulmuş.
Şimdi sözü SGDD-Asam’ın Ankara, Adana ve Mersin ofislerinde çalışan sekiz işçiye bırakıyoruz.
HAK SAVUNUCULUĞU YAPIP HAKSIZLIĞA UĞRAMAK: “Bu kurumlarda mültecilere yönelik çalışmalar yapılıyor, hak savunuculuğu yapılıyor, haklara erişim konusunda destek sağlamak gibi birtakım misyonları olduğunu söylüyorlar. Kendi içerisindeki çalışma ilişkileri çok farklı. Keyfi şekilde hiçbir açıklama yapmadan, neden olduğunu dahi söylemeden işten çıkartılabiliyorsunuz. Siz bir taraftan orada haklara erişim, hukuki yönden danışmanlık gibi hizmetler veriyorken, kendiniz tamamen hukuksuz bir şekilde beş dakikalık bir Skype görüşmesiyle, 3-4 yıldır çalıştığınız işten kolaylıkla çıkarılabiliyorsunuz.”
DAMGALANMIŞ GİBİYİZ: “Adana’da işten çıkarılırken bize “bu sizin performansınız veya niteliğinizle ilgili değil, yönetim kurulu kararı böyle” dendi. Bu sırada projenin daralması da söz konusu değildi. Çünkü daha işimiz resmi olarak sonlanmamışken, bizim pozisyonlarımızda çalışacak yeni kişiler almak için iş ilanları açılmıştı. Aynı gün işten atılan altı kişiye bakıldığında, politik görüşlerimizden, kimliğimizden kaynaklı bir durum olduğu anlaşılıyordu. Mersin’den işten çıkarılan kişi de bizim yakın arkadaşımızdı.”
“Fesih kâğıdını önümüze koyduklarından iki ay sonra sözleşmemiz sonlanıyordu. Bize dediler ki “Pazartesi’den itibaren işe gelmeyin, iki ay boyunca sizin maaşlarınızı yatıracağız, SGK’nız yatırılacak ancak ofise gelmeyeceksiniz.” Ofiste birkaç kişi duydu ve çok gizemli, hatta tekinsiz bir durum varmış gibi bir atmosfer yaratıldı bir anda. Sürekli birlikte oturduğumuz, çay içtiğimiz, sohbet ettiğimiz iş arkadaşlarımız bir anda bizden uzaklaştılar ve bizi görünce korkar hale geldiler. İşten çıkarıldığımız günden bu yana sanki damgalanmış gibiyiz. Zaten çeşitli toplantılarda da açıkça dile getirmiş bölge sorumluları: ‘Bu kişiler terör örgütlerine sempati duydukları için işten çıkarıldılar, siz de sosyal medya paylaşımlarınıza sohbetlerinize dikkat ediniz, aksi takdirde sizi biz bile koruyamayız. Gerekirse ofis kapatırız’ demişler”
İŞE İADE DAVASI AÇMAMIZI ENGELLEMEK İSTEDİLER: “Geçen yılın (2020) Nisan ayında sözleşmelerin fesih bildirimlerini imzaladık, haziranda işim sonlanıyordu. Ama kurum fesih bildirimlerini tüm çalışanlara formalite imzalatıyor ve sonrasında, projeler devam ettiğinden fesih bildirimleri işleme konulmuyor ve yeni dönem için tekrar sözleşme imzalanıyordu. Dolayısıyla fesih tebligatını imzalamış olmama rağmen, işe devam edeceğimi düşünüyordum herkes gibi. Bize işten çıkarıldığımızı bir aylık dava açma sürecimizin geçmesini bekledikten sonra söylediler. Dolayısıyla kurum fesih bildirim tebligatını bir tuzak şeklinde kullanıyor. Bayramdan bir gün önce yani arife günü işten çıkartıldım ve önümde dört gün Ankara’da sokağa çıkma yasağı vardı.”
İŞE İADE DAVASINI KAZANDIM AMA: “2016 Mart ayından 30 Kasım 2018 yılına kadar çalıştım. Sonrasında işe iade davası açtım, 2020 Kasım ayında davayı kazandım ve tazminatımı vermemek için beni işe çağırdılar. Gittiğim ilk gün herkes çok şaşırdı, beni gün boyunca beklettiler ve Ankara’dan sözleşmemin geleceğini söylediler. İki ay boyunca sözleşmem gelmedi. Sonunda, çalıştığım süreyi kapsayarak 2 aylık olarak hazırlanmış bir sözleşmeyi, o sözleşmede yer alan çalışma tarihinin son günü önüme koydular. Yani 2 ay çalıştığım kurumda işten çıkarılırken sözleşmeyi gördüm. İmzalatmaya çalıştıkları sözleşmeye karşı çıktım. Bu sözleşmeyi kabul etmezsen ücretsiz izne çakacaksın, yine uğraşmak zorunda kalırsın denildi, ben de kabul etmek zorunda kaldım. Yani haksız yere, keyfi olarak işten çıkarılmıştım. Uzun bir işe iade davası süreci ile birlikte istinaf kararı ile işe döndükten sonra iki ay kadar daha çalıştım sonrasında tekrardan beni işten ayrılmaya zorladılar. Halbuki proje devam ediyordu ve benim çalıştığım pozisyonda açıklık vardı. Bu benim kimliğim ile ilgili bir karardı. Ancak bütün yaşadığım bu süreç psikolojik bir yük oldu bana ben de uzlaşmak zorunda kaldım.”
ÖNCE İŞTEN ÇIKARTTILAR SONRA KOD 29’u KILIF YAPTILAR: “Binali Yıldırım’ın Asam genel koordinatörü ile görüşmesinden sonra, Adana ve Mersin ofisinde benimle beraber 6 kişiyi işten çıkardılar. Biz iki ay daha çalışan olarak görünecektik; fakat iki ayın sonunda proje bitimi olarak görülen tarihte sözleşmelerimiz yenilenmeyecekti. İşten çıkma sebebimiz de projenin bitmesi olarak geçecekti. Fakat projede herhangi bir değişiklik yok, olduğu gibi devam ediyor. Bunun üzerine işe iade davası açtık. Dava açtığımız için kurum bizi cezalandırma yoluna gitti ve özel sektörde patronların koz olarak kullandığı kod 29 üzerinden çıkışımızı verdiler. Böylece hak savunuculuğu yaptığını iddia eden kurum, sırf dava devam ederken biz zor durumda kalalım diye, kıdem tazminatını vermemek için kod 29 ile çıkışımızı yaptı. Fakat tüm bu baskılara rağmen davaları devam ettirerek istinaftan emsal bir kararın çıkmasını sağladık.”
KÜFÜRBAZ YÖNETİCİ: “Çalıştığımız dönemde Adana’da ofis sorumlumuz çokça küfürlü konuşuyordu. Bu kişi kadın ve kız çocuklarına yönelik çalışmalar yapacağımız projenin sorumlusuydu. Birkaç kişi orada rahatsız oluyorduk küfürlü konuştuğu için, ben de rahatsız olduğumu bildirdim: “Ben çok uzun zamandır bu kurumun içerisindeyim, hep böyle konuşuyorum rahatsız olan varsa s…r olup gidebilir buradan” dedi. Bu durumdan rahatsız olanları toplantıdan çıkarmıştı. Bununla birlikte mahkemede aleyhimize yalancı şahitlik yapan iki kişinin de kurumda pozisyonları yükseltildi. Adeta ödül verir gibi biri ofis yöneticisi biri de proje asistanı yapıldı.”
İNSANİ İŞ YAPIP, ÜSTÜNE PARA ALIYORSUNUZ: “Ofislerin kurulduğu ilk zamanlar sahada sabah 10.00’da başlayıp kimi zaman akşam 22.00’ye kadar çalışıyorduk. Hafta sonu da çalışıyorduk, mültecilere yardımcı olabilmek adına gönüllü çalıştığımız saatler de oluyordu ama bizim bu gönüllü çalışma saatlerimizi onlar artık normalleştirmişti. Ayrıca ofisler arası rekabet oluyordu, bu da daha çok çalıştırılmamıza sebep olmuştu. Eve gidince sadece uyku uyuyabiliyorduk. Ofiste çalışanlara her yıl belli bir kota koyuyorlardı şu kadar mülteciye ulaşacağız diye, böyle olunca çalışma saatlerimiz sürekli uzuyordu. Genel Merkez’le (Ankara) genel bir toplantı yaptığımız bir dönemde, sizin yaptığınız işi insanlar gönüllü yapmak istiyor, bu anlamda siz çok şanslısınız çünkü hem insani bir iş yapıyorsunuz hem de para alıyorsunuz diyorlardı.”
“Çalışırken kararlar hep merkez dedikleri yerden geliyor. Ama sivil toplum kuruluşunda saha dinamikleri o kadar çok değişiyor ki söyledikleri hemen uygulanabilir olmuyor. Örneğin 2. Göç Film Festivali Ankara’da düzenlendiğinde çocuklara Nazım Hikmet’in Hiroşima şarkısını söylettiler. O çocuklar zaten bir travma yaşamışlar. Merkez bunu söyledi ve yaptık olmamalı. Orada bizim mesleki değerlendirmelerimiz hiçbir şekilde dikkate alınmıyordu.”

MÜLTECİLERİN GAYRİ RESMİ KAYDI TUTULUYOR: “Ben Adana sahasında çalışırken, sürekli sayılara odaklanmamız isteniyordu. Projede en önemli şey nitelik değil hedeflenen sayıların tutturulmasıydı. Ev ziyaretlerine gidiyorduk sayıları tutturmak için. Buna itiraz ettiğimizde de bunun merkezden geldiğini ve bu kararın hiçbir şekilde sorgulanamaz olduğunu söylüyorlardı. Ev ziyaretine gittiğinizde bu insanların bir beklentisi oluyor. Fakat bir daha kapısını çalmıyorsunuz. Sadece nüfus sayımı yapar gibi o insanların bilgisini alıp gidiyorsunuz. Data oluşturmak için bu bilgileri aldığımızı söylesek bile vicdanen rahatsız oluyorduk, çünkü o insanlara tatmin edici bir cevap veremiyorduk. Çok hassas durumdaki danışanlar oluyordu. Ben mobil takım koruma sahasında çalışıyordum. Mobil koruma sahasında vaka tespit edip, dosya çalışanı dediğimiz –aslında sosyal psikolog olması gerekirken- kişilere devrediyorduk. Bu kişiler ofisten çıkamıyordu ve vakaya dönüş yapamıyordu. Çünkü üzerinde ekstradan iş yükü vardı. Tamamen müdahale etme durumu olmuyordu. Datalar, proje oluşturulurken ne sayı verilmişse onlar tutturulmak için tutuluyordu. Biz şu kadar kişiye ulaştık, sorunlarını dinledik, ilgilendik diyebilmek için.
Bio datada bütün mültecilerin verilerini alıyorlardı. Bütün verileri işliyorlardı. Ama bize diyorlar ki: Bir kurumdan, resmi kurumdan yetkili geldiğinde sakın bu sistemden bahsetmeyin. Dolayısıyla biz işçiler olarak acaba illegal bir şey mi yapıyoruz, bunlar neyi saklıyor diye merak ediyorduk”
TOPLANTIDA LAVABO DAHİ YASAK: “Türkiye’deki bütün personellerin geldiği toplantılar yapılıyordu. Personel toplantılarında bizim oturduğumuz koltukların kenarlarında ikişer üçer sıra aralıklı destek personeli dediğimiz arkadaşlar vardı. Bunlar bizim sahaya araçla ulaşmamızı falan sağlayan kişilerdi. Ama onlara o gün şu görevi veriyorlardı: Siz durun toplantı boyunca, kimse konuşmasın, kimse cep telefonu ile uğraşmasın, uğraşanlar olursa onların isimlerini alın falan, filan diyorlar. Ve personel toplantıları üç gün sürüyor. Hepimiz böyle korka korka oturuyorduk ismimiz yazılır mı yazılmaz mı diye. Sabah ilk toplantı dokuzda başlamıştı ve konuşmalar iki saat falan sürdü. Ben sıkıştım, tuvalete gitmek istedim. Tuvalete gitmek için böyle arkalardan arkalardan gittim. Kapıda duran kişi bana “Yani gitmesen iyi olur” dedi. “Nasıl?” dedim, “Gidenlerin isimlerini alıyoruz” dedi. Hatta bu toplantıların birinde Genel Koordinatör mesajlaşan arkadaşımızı yakaladı ve telefonu elinden aldı hepimizin gözü önünde. Herkesin içinde mesajları sesli okudu. Yanlış değilsem kızın teyzesi doğum yapmıştı. Kız da gayriihtiyari orada ya erkek arkadaşına ya da kocasına “Aşkım, bebek beş kilo doğmuş.” diye bir mesaj atmıştı. Genel Koordinatör dedi ki “Bunun çok mu aciliyeti var? Bebek beş kilo doğsa ne olur, üç kilo doğsa ne olur?” Kişinin özel hayatına dair bir bilgiyi kürsüden binlerce kişiye okuyarak hukuki bir suç işledi. Ama buna korkudan kimse itiraz edemedi, orada onlarca avukat çalışan olmasına rağmen. Kurumda böyle bir korku ve sinmişlik yaratılmıştı işçiler üzerinde.”
KENDİMİZİ YALNIZ HİSSEDİYORUZ: “Geçmişe dönük güvenlik soruşturması yaptılar. Belki hala devam ediyor bu durum. Kürt, Alevi, sosyalist olan kişiler, geçmişte üniversitede herhangi bir siyasi oluşumla bağı olan, sosyal medyada politik paylaşım yapanları tek tek fişlediler. Bir sivil toplum kuruluşunun yapmaması gereken birçok şeyi yaptılar ve bizi kapı önüne koydular. Yani kurum iktidar ile yakınlaştıkça üzerimizdeki baskı arttı. Bir ara her toplantıda “sosyal medya paylaşımlarınıza dikkat edin, “politik” şeyler paylaşmayın” deniliyordu. İyi de orası benim kişisel alanım sosyal medyadan ne yapabiliriz en fazla kendimize yakın gördüğümüz bir iki şeyi paylaşırız, beğeniriz. Zaten sivil toplumun temel ilkelerine uymayan bir şey olursa iş ilişkini bitirirsin. Ancak beni ben yapan şeyler üzerinden baskı kuruyorsan sivil toplumun temel ilkeleriyle çelişirsin. Keza bunlar öyle yaptı.
Birçok arkadaşımız işten çıkarıldığında dava dahi açmadı çünkü kendimizi yalnız hissediyoruz, alanın özelliği o. Belki mahkeme sürecine de müdahale ediyorlar, bilemeyiz ki. Dernek yönetiminden biri bizimle görüşürken üstü kapalı tehdit mahiyetinde “genel koordinatörümüzü bakanlar cep telefonundan arıyor” şeklinde cümle sarf etti. Kurumun devletle olan bu ilişkileri ilerledikçe, politik anlamda eleştirel duruşu olan işçiler de tasfiye edilmeye başlandı. Hatta işe iade davası açtık diye “siz bize savaş açtınız” bile dediler. Hak savunuculuğu yaptığını söyleyen bir kurumun yöneticisi, avukatı söyledi bunu. Tabi bunun öncesinde dava sürecine hazırlanırken “aslında hepiniz çok iyi çocuklarsınız ama yönetim kurulu kararı, derneğin de üstünde, bizim de üstümüzde çok baskı var” demişti. Ne yapmış olabilirdik ki bu baskıya sebep olan. Bir de şöyle bir durum var. Ofiste eğer bir haksızlığa karşı sesin diğerlerinden daha gür çıkıyorsa damgalanıyor, “kara listeye” alınıyorsun.
İyi bir akademik kariyerim ve iş tecrübem vardı. Bir yerde uzun bir süre çalıştıktan sonra pat diye kapının önünde olmak inanılmaz bir umutsuzluk veriyor insana. Bu adaletsizliği kabullenemiyor insan. Hak temelli çalıştığını iddia eden STK’lar konu çalışanlara gelince hiç bir hakkı gözetmiyorlar.”
İşçilerin iddialarını Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği’nin (SGDD-ASAM) yöneticisi ve avukatı olan Kadir Ağrıdağ cevaplıyor:
HAKLARINI VERİYORUZ: “Belirsiz süreli çalışmaya geçen ve iş akdi sonlandıktan sonra işe iade davası açıp işe dönen arkadaşlarımız oldu. Dönmek istemeyenlere ise tazminatlarını verip yollarımızı ayırdık. Bizden 1 TL dahi alacağı kalmış bir işçi yok. Bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Covid nedeniyle evden çalışmaya geçtik. Bizde işçilik yok hepimiz eşitiz. Genel koordinatörden aşağıdaki fotokopicisine kadar. Herkesin de eşit söz hakkı olduğunu düşünüyorum.”
FAZLA ÇALIŞMA YOK: “Esnek çalışma bizde yok. Normal iş kanununda haftalık kırk beş saat bizde otuz sekiz – kırk saat arasında değişiyor. Akşam saat 22.00’ye kadar çalışma olduğunu bilmiyorum, bu konuda dava açılmadı, herhangi bir dilekçe de gelmedi. Bir tane işçi fazla mesai talep ettim, verilmedi diyemez. Çünkü öyle bir şey yok. Binin üzerinde çalışan var ve herhangi bir ofiste yönetici bizim bilgimiz olmadan münferit bir şey yapmışsa haberimiz olduğunda müdahale ederiz. Mesai dışında çalışan mail alıyorsa (ki istisnadır) buna cevap verme zorunluluğu da yoktur.”
KÜRTÇE HİZMET: “Suriye’nin kuzeyinden gelen ve Kürtçe konuşan insanlar var, ayrım gözetmeksizin hizmet veriyoruz. Arapça kendini ifade edebiliyorsa Arapça, bilmiyorsa personelimizin yüzde onu Kürtçe biliyordur ve aynı şekilde hizmet veriyoruz. Bizim normalde internet sitemizde Kürtçe bir şey yok. Ama kişi Arapça bilmiyorsa o anda personelimiz Kürtçe biliyorsa Kürtçe konuşacak başka türlü nasıl konuşabilir?”
“Yakın dönemde Kod 29’dan sadece iki işten çıkarıldı.”
Hizmet alanların bilgilerinin KVKK (Kişisel Verilerin Korunması Kanunu) kapsamı dışında alınması mümkün değil. Hizmet almak isteyenler bize gelir, ulaşımı olmayıp gelemeyenler ya da engeli olan varsa proje kapsamı ne ise onu vermek için gideriz. Bu hizmeti de hangi dili kullanıyorsa onun dilinde veriyoruz. Yardım kolileri verdiğimizde evde kaç kişi kalıyor bilgisini ve birey bilgilerini alıyoruz. Bunu da mesela çocuklu kadın varsa mama ya da kadınların temel ihtiyaçlarını vermek içindir. Bizim aldığımız bilgiler hiçbir şekilde üçüncü kişilerle ya da kamuyla paylaşılmaz. Ancak mahkeme yoluyla alınabilir. Diğer türlü de o ihtiyaca hizmet verildikten sonra yine (KVKK’ya göre) kanunlara göre imha edilir.