Sınıflar mücadelesi ve “demokratik sosyalizm” -II
Manifesto Kürt halkı için “demokratik siyaset stratejisi”ni elbette savunabilir. Ancak “Çağ’a” bir çağrı yapılıyorsa, bu Çağ’ın en azından ilk çeyreğinde yaşananlardan güçlü dersler çıkartmalıdır.

DEM Partinin Barış ve Demokrasi Konferansı’na A. Öcalan’ın yolladığı mesajın “siyaset stratejisi” bölümünü değerlendirerek sürecin son genel durumuna bakmaya çalışalım.
“Demokratik sosyalizmin devletle ilişkisi de çözüm ve barış sürecinde yeniden şekillenmektedir. Devletle ilişkimi bir demokratikleşme ilişkisi olarak tanımlıyorum. Demokratik cumhuriyet anlayışı, devletin toplum üstünde tanrısal bir güç değil, toplumla yaptığı demokratik sözleşme çerçevesinde işleyen bir yapı olmasını gerektirir. Demokratik siyaset stratejisiyle devlette değişim ve dönüşümü yaratmak, toplumu demokratik temelde yeniden inşa etmek mümkündür.” (Konferansa gönderilen mesaj)
Konferans sonrası üç hafta içinde sürecin havası belirsizliğini koruyor. Üstelik son bazı gelişmeler sıkıntının arttığına işaret ediyor. MHP başkan yardımcısı Semih Yalçın’ın son açıklaması süreci başlatan parti olarak gidişten çok rahatsız olduğunu açığa vuruyor: “Türkiye, yola gelmeyenlerin hakkından gelecek irade ve kudrete sahiptir”. Özellikle Suriye’deki gelişmeler Cumhur İttifakı’nı fazlasıyla rahatsız ediyor.
Aynı anlamda olmak üzere Saray’ın başdanışmanı Mehmet Uçum sürecin niteliğiyle ilgili pek çok spekülasyonun yolunu kapatmak için bir açıklama yaparak kendine göre noktayı koymuştur: “Kimse terör yoluyla ulaşamadığı hedeflere demokrasiyle erişeceği vehmine kapılmasın. Devlet ve toplumla bütünleşmenin çerçevesi bellidir.” Son cümle “devlet ve toplumla bütünleşmenin çerçevesi” doğrudan 27 Şubat’ta Öcalan’ın yaptığı çağrıya bir hatırlatmadır.
“Demokratik sosyalizmin devletle ilişkisi(nin)…çözüm sürecinde” şekilleneceği söyleniyor. Ne konferansa sunulan kısa metinde ne de manifestoda “demokratik sosyalizm”in kapsamıyla ilgili bir açıklama vardır. Bunun üzerine spekülasyon yapmanın bir anlamı yoktur. Ancak şu kadarı söylenmelidir. Bilinen sosyalizm anlayışının aynı düzen içinde “devletle ilişkisi” diye bir şey mümkün değildir. Çünkü sosyalizm de sonuçta kendi programıyla bir devlet ve iktidar biçimidir.
Ancak konferansa sunulan “siyaset stratejisi” yeterince açıklayıcıdır: “Demokratik siyaset stratejisiyle devlette değişim ve dönüşümü yaratmak, toplumu demokratik temelde yeniden inşa etmek mümkündür” deniyor. Mücadeleler tarihine bakınca bazı benzer gelişmeler yaşanmıştır. En açık ve uzun ömürlü olanı burjuva devrimleri sonrasında Avrupa’da restorasyonlar döneminde işçi sınıfının bütün gücüyle kendini ortaya koymasıyla burjuva demokrasilerinin çok dar olan sınırlarını genişletmesidir. Sadece mülk sahiplerinin oy hakkıyla sınırlı olan Avrupa burjuva devrimlerinin çerçevesi uzun işçi sınıfı mücadeleleriyle genişletilmiştir.
Bir diğer dalga ise İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın üçte birine yayılan sosyalist devletler gerçekliğiyle yaşanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası Kıta Avrupasındaki başarısız devrimler, ardından faşizmleri getirmiştir. Ancak faşizm dalgası Sovyetler Birliği’nin büyük bedeller ödemesi pahasına kazandığı zaferle sonuçlanınca Avrupa’da “refah devletleri” ortaya çıkmıştır. Avrupa’da refah devletleri ortaya çıktıysa bu kapitalizmin bir yeteneği değil, sosyalizm korkusundan kaynaklanmıştır. Sosyalizmin çöküşü ile bu rüya sona ermiştir. Neoliberalizm ve küreselleşme ile kapitalizm refah devletleri sırasında zorunlu olarak verdiklerini hızla ve vahşice geri almıştır. Neoliberalizmin coşkulu bir 20 yılından sonra kapitalizm finansallaşma yolundan giderek bugüne kadar, yeni bir yıkılışın eşiğine kadar gelip dayanmıştır.
Demokratik mücadele ile devlette değişim ve dönüşüm yaratmaya yakın bazı gelişmeler son kez 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Latin Amerika’da yaşanmıştır. Başta Venezuela, Bolivya, Ekvador, Arjantin, Brezilya, Kolombiya ve hatta Meksika gibi ülkelerde sol dalgalar önemli tırmanışlar ortaya koymuşlardır. Pek çoğu geri püskürtülmüş, Venezuela hâlâ belli noktada kendini korumayı başarmıştır. Bu ülkede 25 yıldır Chavez’in açtığı yoldan giden sol iktidarlar ve onların dayandığı 3 binden fazla komün yönetimi vardır. Fakat ABD emperyalizmi bu iktidarı ve dayandığı komünleri tasfiye etmek için yıllardır uğraşıyor.
Ancak 21. yüzyılın başlarında yükselen Latin Amerika’nın diğer ülkelerindeki “pembe dalga” son yıllarda çok zor günler yaşıyor. “Demokratik siyaset stratejisiyle devlette değişim ve dönüşüm yaratmak, toplumu demokratik temelde yeniden inşa etmek” Latin Amerika’da son 25 yıldır defalarca yaşandı. Çeşitli biçimlerde uzun süren ikili iktidar mücadeleri 21. yüzyılın mücadele biçimleri olarak ortaya çıktı. Ancak bu mücadelelerin ne ölçüde zorlu olduğu ve geri düşmelerin yaşandığı yeterince biliniyor. Ayrıca defalarca böyle dalgalar yaşanmasına rağmen başarısızlıklarla moral ve güç yitiren Arjantin gibi ülkelerde Javier Milei gibi faşistler iktidara gelebildi. Bolivya ve Ekvador’da benzer geri düşmeler yaşandı.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan bu deneyler “devlet ve komünün” paralel duruşuyla yaşanmadı; büyük sınıf ve halk mücadeleleriyle biri diğerini tasfiye hedefiyle yaşandı. Manifesto Kürt halkı için “demokratik siyaset stratejisi”ni elbette savunabilir. Ancak “Çağ’a” bir çağrı yapılıyorsa, bu Çağ’ın en azından ilk çeyreğinde yaşananlardan güçlü dersler çıkartmalıdır.