Sınıflar mücadelesi ve “demokratik sosyalizm”

Öcalan, yeni stratejisinin temellerini açıkladığında iki konu iç içe tartışıldı: stratejik yaklaşımının gerekçeleri ve sosyalizmin sorunları. Yazının hacminin el verdiği ölçüde ilk konuya değineceğim.

DEM Parti’nin örgütlediği Barış ve Demokrasi Konferansı katılımcı çeşitliliğiyle çok zengindi. Konferansta ana konu doğal olarak Abdullah Öcalan’ın yolladığı mesajdı. Süreçle ilgili daha önce açıkladığı manifesto ile Öcalan yeni stratejik yaklaşımının temellerini açıklamıştı. Bu açıklamaların içeriği gereği kaçınılmaz olarak iki konu iç içe tartışılma durumunda kalmıştır. İlki, yeni stratejik yaklaşımın gerekçeleridir. İkinci konu ise sosyalizmin sorunları ile ilgili bazı tartışmaların da ele alınmasıdır. Yazının hacminin el verdiği ölçüde ilk konuya değineceğim.

Sınıflar mücadelesi ile ilgili yaklaşım özel bir önem taşıyor. Günümüz dünyasında yaşanan gelişmeler çok çarpıcıdır. Özellikle sosyalist sistemin yıkılması sonrası dünya adeta altüst olmuştur. Sadece bu değil, kapitalizmde yaşanan çok önemli yapısal değişimler nedeniyle bugüne kadar bir bakıma ezberlenmiş tespitlerin tekrarlanması büyük ölçüde anlamsız hâle gelmiştir.

Sadece devrimcilerin, sosyalistlerin değil insanlığın önünde Sovyetlerin yıkılmasının nedenleri ve  sonrasında dünyada yaşanan gelişmelerin ele alınması, günümüzde gerçekliği yakalayabilmek için kaçınılamaz bir sorun olarak duruyor. 

“Sınıftan önce bir öz-savunma oluşumu olarak komün perspektifiyle ezilenlerin tarihine bakmak gerekiyor. Bunun için ilkel kabileleri komün başlangıcı olarak görüp, günümüzdeki proletarya denilen sınıfa veya tüm ezilenlere kadar uzanan bir tarih perspektifine ihtiyaç var. Buna dayanarak diyoruz ki, tarih sınıf mücadelesinden ibaret değil. Bunu da içermekle birlikte; aşağı yukarı 30 bin yıl öncesine dayanan komünal gelişmeyle anti-komünal gelişme arsındaki bir ilişki ve çatışma süreci olarak tarihi okumak daha doğrudur.” (Konferansa gönderilen mesaj)

Tarihi daha doğru okumak için komünal ve anti-komünal gelişmeyi ele almak gerektiği Öcalan’ın temel yaklaşımıdır. “Devlet ve komün mücadelesi” sınıflar mücadelesinden çok önde geliyor. Bu konu iki bakımdan önemlidir. Devlet ve komün mücadelesi neyi kapsıyor? Kapitalizmde özellikle son 50 yıldır yaşananlar sınıflar mücadelesini anlamsız hâle mi getirmiştir?

Tarihe baktığımızda günümüze kadar gelen bir devlet ve komün mücadelesinden söz etmek mümkün değildir. Ancak insanlığın bir döneminde böyle bir mücadeleden söz edilebilir. İnsanlığın, Yabanıllıktan çıkıp Barbarlık dönemine girdiği hemen hemen son 50 bin yıldır yaşadıkları ile Avrupa Ortaçağından itibaren yaşadıkları birbirinden nitelik olarak farklıdır. İlk dönem yerleşik tarıma ve antik kent yaşamına geçiş, yani medeniyete geçiş ile medeniyet dışında kalan Barbarların (komünal gelenekle hâlâ yüklü olan) akınları olarak yaşanmıştır. Hikmet Kıvılcımlı ilk dönemi “tarihsel devrimler” dönemi; ikinci dönemi “sosyal devrimler” dönemi olarak adlandırmıştır.

Tarihsel devrimler döneminde bir devlet ve komün mücadelesinden söz etmek hatalı olmaz. Bir yandan insanlık kendi içinden sınıfları ve devleti yaratarak, bir anlamda medeniyete adım atarak yürürken öte yandan medeniyet dışı Barbar akınlarıyla mücadele etmiştir. Barbarlar hâlâ komün geleneklerini canlı olarak taşırken medeniyete yol alan toplumlar kendi komünal geçmişlerini  artık erozyona uğratmışlardır. Bu döneme medeniyet ile barbarların mücadelesi demek hata olmaz. Bu anlamda devlet ve komün mücadelesinden söz etmek mümkündür. Ancak bu tarihsel dönem Barbarlığın medeniyet tarafından yutulmasıyla sona erer. Hala komün kalıntılarından söz edilebilir, ancak artık kendisi tarih olmuştur. Son güçlü barbar akınları Roma’yı yıkmış, artık oradan bir dönüş yaşanmamış, Avrupa Ortaçağı ile insanlık sosyal devrimler çağına girmiş, kapitalizme doğru yol almıştır. İnsanlığın bu döneminden sonra artık devlet ve komün mücadelesinden söz etmek hatalı olur. Öcalan’ın önemsemediği sınıflar savaşı dönemi başlamıştır. Bu yıllar köle ve köylü isyanlarından işçi sınıf ayaklanmalarına kadar gelir. Bin yıla yakın bir dönemi kapsar.

Burada ikinci önemli noktaya geliriz. Sınıf savaşlarının en yoğun olduğu dönem son 500 yılı: Köylü savaşlarını, burjuva devrimlerini, ulusal kurtuluş savaşlarını, işçi ayaklanmalarını, proletarya devrimlerini kapsar. Ancak kapitalizmde yaşanan son yapısal değişimler nedeniyle 1970’lerin ortalarından itibaren işçi sınıfı ve mücadele biçimleri köklü değimlere uğramıştır. Uğramaya da devam etmektedir. En kısa hâliyle söylersek kapitalizm artık nüfusun bir bölümünü üretim dünyasına çekemiyor; özellikle üçüncü dünya ülkelerinde nüfusun büyük bir bölümü üretim ve normal bir toplum yaşamın dışındadır. Bunun bugünkü adı iyi biliniyor: Toplumsal çürüme ve göç! 

Sınıflar mücadelesi büyük bir değişime uğruyor. Henüz değişimin nitelikleri yeterince öngörülemiyor. Ancak artık kapitalizmin aldığı biçimden dolayı sınıflar mücadelesi insanlığın varoluş mücadelesine dönüşmektedir. Bilginin gücü o kadar az sayıda tekelin elindedir ki, sadece bu durum bugüne kadar öngörülemeyen mücadele biçim ve yollarını yaşama dayatacaktır.

Buradan “demokratik sosyalizm” hedefine gelelim.

“Demokratik sosyalizmin devletle ilişkisi de çözüm ve barış sürecinde yeniden şekillenmektedir. Devletle ilişkimi bir demokratikleşme ilişkisi olarak tanımlıyorum. Demokratik cumhuriyet anlayışı, devletin toplum üstünde tanrısal bir güç değil, toplumla yaptığı demokratik sözleşme çerçevesinde işleyen bir yapı olmasını gerektirir. Demokratik siyaset stratejisiyle devlette değişim ve dönüşümü yaratmak, toplumu demokratik temelde yeniden inşa etmek mümkündür.” (Konferansa gönderilen mesaj)

Kürt Özgürlük Hareketi “demokratik siyaset stratejisiyle devlette değişim ve dönüşüm yaratmak, toplumu demokratik temelde yeniden inşa etmek” yoluna çıkmıştır. Bu stratejinin bölgede ve ülkede mevcut güçler durumu açısından ele alınması farklı bir konudur; bunun insanlığa bir çağrı olarak yapılmasını değerlendirmek farklı bir konudur. Sonraki yazıda bunu ele alacağım.