Burjuva demokrasilerinin ömrü
Bütün bu yaşananlar Soğuk Savaş dengelerinin altüst olmasının, “yeni dünya düzeni” ile birlikte hem egemen sınıfların hem de işçi sınıfının yapısında köklü değişimlerin yaşanmasının uzantılarıdır. Bu gerçeklik Batı dünyasında Trump ve Johnson gibi kişilikler yarattı. Gelişmekte olan ülkelerde olaylar bir yeni faşizme bir demokrasiye doğru salınım yapıyor. Bolsonarolar veya Boriçler üretiyor.

Neoliberalizmin iflasına paralel olarak siyasal sistemlerde de ilginç gelişmeler yaşanıyor. Burjuva demokrasileri hem kapitalist anayurtlarda hem de gelişmekte olan ülkelerde yeni tip bir krizin içinden geçiyor. Kapitalist anayurtlarda bu krizi ABD ve İngiltere yoğun olarak yaşadı; kıta Avrupa’sında kriz henüz aynı yoğunlukta yaşanmıyor.
Gelişmekte olan ülkelerde ise krizin en yoğun yaşandığı yer Latin Amerika’dır. Türkiye’yi de bu krizin içine dahil etmek hatalı olmaz. Bu kriz en sık olarak seçim sonuçlarına güvensizlik, hatta sonuçları tanımama olarak kendini ortaya koyuyor. Seçim sonuçlarını tanımama bazen açık eylemlilikler olarak yaşanıyor ya da siyasal kurumların bin bir yolla işleyişini tıkama; yalan bilgilere dayanarak alınan kararlarla siyaset kurumunu yozlaştırma gittikçe yaygınlaşan olaylardır. Öte yandan, “demokrasi” krizi yaşayan ülkelerde siyasi güçler birbirine kesin üstünlük kuramadan yürüyor; buna artık “kutuplaşma” deniyor; bu da siyasal sistemi tıkıyor. Yalan, keyfilik, eskinin ölçülerine göre skandal boyutlarda yaşansa bile sonuçları aynı olmuyor. Toplumlar bu rezilliklere alışıyor, siyasetin yeni normali bu yozlaşmış ortam oluyor.
1970’li yıllarda Latin Amerika’da kıtanın hemen her ülkesine uğrayan askeri darbelerle yaşanan uzun yılların sonucunda seçimlere güven ve katılım en dip noktalara kadar gerilemiştir. Bu dönemde unutulmaz siyasal deney: Şili’de Allende’nin Halk Cephesi ile iktidara gelmesidir. Bunun bedelini Şili halkları otuz yılı aşkın askeri darbe dönemiyle ödedi. İki binli yıllara gelindiğinde Latin Amerika halkları “temsili demokrasi” den tümüyle soğumuştu. Seçimlere katılım yüzde 30’lar seviyesinde kalıyordu. Bu gerçeklikten dolayı Latin Amerika’da halklar arasında “siyasi temsilci” kelimesi hep olumsuz karşılanır olmuştur.
Venezüela Bolivar Devrimi, Bolivya’da yerli halkların Gaz ve Su isyanları ile iktidara gelmesi, Arjantin ayaklanması sonrası tablo değişmeye başladı. Bunlara Ekvador’da Correa ve Brezilya’da Lula iktidarlarını da katabiliriz. İki binli yıllarla birlikte Latin Amerika’da önemli değişimler yaşanıyordu. Chavez buna 21. Yüzyıl sosyalizmi adını verdi. Seçimlerle devrimciler, demokratlar iktidara geliyor, güçsüz darbelerle alaşağı edilmeye çalışılsalar da 70’lerin bir tekrarı yaşanmıyor; yeniden iktidarı kazanabiliyorlar.
Latin Amerika’da Bolsonaro’ların iktidarı kıta ölçüsünde yaygınlaşmadı. Boriç, Petro, Castillo ve Lula’larla yeni bir pembe dalga yükseliyor. Chavez’le birlikte yükselen ilk dalga daha radikal ve güçlüydü. 70’lerden gelen demokrasi yozlaşmasına karşı iki binli yıllarda “katılımcı demokrasi” talebi öne çıktı. Son yükseliş Venezüela, Bolivya, Arjantin ve Şili üzerinden Latin Amerika’da güçlü izler bıraktı.
Seçimle gelen sol iktidarlar 70’ler dünyasında askeri darbelerle yıkılıyordu; iki binli yıllarda aynı şeyi Chavez iktidarına yapmaya kalkan ABD yolda kaldı. Bolivya ve Nikaragua için de denedi yine olmadı. Ancak bu git gelli yıllar sonunda yeni bir tıkanmanın içine girildi.
Önümüzde farklı örnekler var. Lula’nın yalan haber ve belgelerle hapsedilmesi; Ekvador’da Correa’nın tutuklanmanın eşiğine gelmesi; Peru’da Castillo’nun parlamentoda uzun engellemeler sonrasında tutuklanması, içinde yaşanılan dönemin içeriği ile ilgili tartışmalara yol hazırlıyor. Peru’da yaşananlar tam bir traji-komik tiyatro oyunu gibi tüm halkların gözleri önünde sahnelendi. Castillo’nun tutuklanması ile perde kapandığında ise bu kez halklar sahneye çıktı; şimdi Peru sokaklarında gerçek bir mücadele yaşanıyor.
Bolsonaro taraftarlarının Meclisi işgali, Amerika’dan özenle yapılan bu kalkışma denemesinin fazla yol kat etmesi mümkün görünmüyor. 70’li yıllarda askeri darbelerin korkunç zulmüne karşı bugünlerde “yeni faşizm” takipçileri iktidarlarını ancak yalpalayarak sürdürebiliyorlar.
Mevcut yozlaşmış demokrasiler içinde artık seçimle ne iktidar olunabiliyor, ne de iktidardan gidişler “normal” yaşanabiliyor. Araya parantez açalım: Sosyal yapı ve tarihsellik olarak çok farklı olsa da Türkiye’de de düzen ve seçimler benzer yozlaşmanın içindedir.
Burjuva demokrasilerinin uzak tarihine girmeden, günümüze kadar gelen demokrasiler Sosyalist Sistemin var olduğu koşullarda son şekillerini aldılar. Bu Batı dünyasına refah devletleri biçiminde yansıdı; üçüncü dünya ülkelerinde ise sosyalizme en küçük yönelişlerin bedeli askeri darbeler ve faşizm oldu.
Bu dünya tümüyle değişti; üstelik bir de neoliberal rüyalarla tarihin sonuna gelindiği sanıldı, olmadı; “başka bir dünya mümkün” sloganlarıyla devrimci demokrat güçler yeni yollar aradı. Bu arada 21. Yüzyıl sosyalizmi denendi. Başarısızlıkların ardından yeni faşizm yol almaya çalıştı.
Bütün bu yaşananlar Soğuk Savaş dengelerinin altüst olmasının, “yeni dünya düzeni” ile birlikte hem egemen sınıfların hem de işçi sınıfının yapısında köklü değişimlerin yaşanmasının uzantılarıdır. Bir dönemin burjuva demokrasileri 1945’li yıllardan sonraki sınıfsal yapılara ve bilince göre şekillendi. Özellikle iki binli yıllardan beri çok farklı bir dünyada yaşıyoruz. Hem egemen sınıfların hem de işçi sınıfının ve genel olarak çalışan kitlelerin yapısı sancılı ama geri dönüşü olmayan değişimlere uğradı, uğramaya devam ediyor. Ne Batı ülkelerindeki burjuva demokrasileri ne de gelişmekte olan ülkelerdeki siyasal düzenler artık yeni gelişmeleri, sınıfsal yeniden şekillenmelerin gereklerini, düşünce sistemlerindeki değişimlerin yarattığı yönelişleri taşıyamıyor.
Bu gerçeklik Batı dünyasında Trump ve Johnson gibi kişilikler yarattı. Veya gelişmekte olan ülkelerde olaylar bir yeni faşizme bir demokrasiye doğru salınım yapıyor. Bolsonarolar veya Boriçler üretiyor.
Bugüne kadar gelen bütün siyasal, ekonomik ve ideolojik yapıların tıkanmaya uğradığı, çürüdüğü, yozlaştığı bir dönemde bu salınımlarda şaşkına dönmemek için güçlü ve çeşitli halk örgütlenmeleri yaratmak; yönümüzü doğrudan demokrasiye dönmek atılması gereken temel adımlardır.