15-16 Hazirandan günümüze

Sanki önceki dönemde sorun, ortada bütün gövdesiyle duran sınıfla buluşmak gibi oldukça basit seviyede iken; 1990’lar sonrası kapitalizmdeki yapısal değişim nedeniyle sınıfta parçalanma, üretim yoğunluğunda değişim, hizmet ve bilgi sektöründe artış, güvencesizleşme, kentlere büyük nüfus yığılması sonucu sosyal dokudaki köklü değişim, en önemlisi Kürt Özgürlük Hareketinin tüm politik dengeleri değiştiren çıkışıyla stratejinin içinden çıkacağı zemin çok daha karmaşık hale geliyordu.

15-16 Haziran işçi eylemlerinin üzerinden 52 yıl geçti. Yarım asır insan ömrü için büyük bir zaman aralığıdır, sınıflar mücadelesi tarihi açısından da öyledir. 19. yüzyıl özellikle Avrupa’da büyük eylemlerin yaşandığı bir dönem olmuş, ardından proleter devrimleri gelmiştir.

15-16 Haziran sınıflar mücadelesi tarihimizde çok önemli bir eşiktir. Bu eylem sadece gücü ve etkisiyle iki gün İstanbul’u teslim almakla kalmamış, sınıf mücadelesinin bilinçlenme basamaklarında da özel bir yer tutmuştur. Bu yıllarda devrimci hareket hem ikinci doğuşunu yaşıyor, hem de onun doğal bir sonucu olarak devrimin yolunu-stratejisini tartışıyordu. Kapitalizmin durumu ve işçi sınıfının varlığı konusunda çok yoğun tartışmaların sürdüğü bu yıllarda sınıf mücadelesi açısından farklı görüşler şekillenmekteydi. Kapitalizmin çok zayıf olduğu ve mücadelenin kırlarda toprak ağalarına karşı sürmesi gerektiği görüşü, Çin devriminin de etkisiyle önemli bir etkiye sahipti.

Öte yandan, kapitalizmin etkin olduğu, ancak kentler “emperyalizmin işgali altında” olduğu için işçi sınıfının “fiili öncülüğünün” mümkün olmadığı, “kırlardan kentlerin kuşatılması” gerektiğini savunan görüş de güçlü ve etkindi. İşçi sınıfına mücadelenin merkezinde yer veren siyasetlerin ağırlıklı bir kesimi parlamentarizme ve sendikalizme dayanıyorlardı.

15-16 Haziran bu tartışmaların üzerine bir yıldırım gibi düştü. Bu olayın ve eylemin gücüyle işçi sınıfını bir anlamda görmeyen siyasetlerin stratejik düşüncesinin yıldırım çarpmış gibi değiştiği düşünülebilir. Ancak öyle olmadı. 15-16 Haziranın bir etkisi oldu, fakat işçi sınıfı dışındaki güçlere dayanan stratejiler yollarına devam ettiler. Ancak 12 Mart askeri darbesi sonrasında ağır ve sancılı hesaplaşmalarla bazı değişimler yaşandı.

Olayın önemi nerededir? Bir öngörü hatası taktik seviyede olursa onun sınanması da değişimi de kısa bir zaman aralığında olur. Strateji ise uzun bir gidiştir. Değişim ve düzelme kısa zamanda olmaz. Ayrıca sınıflar mücadelesi alanında olunduğu için sürekli çeşitli güçlerin birbiriyle etkileşimi yaşanır. Birbirinden kopuk tecrit olmuş güçler değil, sürekli karşılıklı etkileşim içinde olan bir gidiş vardır. Devrimci hareketin önemli bir bölümü kırlara yöneldiği ve bir dönem kentlerde olsalar bile bunun geçici olduğuna inandıkları için aslında ortaya çok önemli bir siyasal sonuç çıkıyordu. İşçi sınıfı içinde örgütlenme, propaganda ve diğer çalışmalara “geçici” mantığı ile yaklaşıldığı için sonuçta işçi sınıfı başta düzenin, sosyal demokrasinin ve burjuva sosyalist eğilimlerin etki alanına bırakılmış oluyordu. Bu durum hatalı stratejinin yarattığı en önemli yıkıcı pratik sonuçtur.

15-16 Haziran böyle bir sonuçtan sakınmanın çok canlı bir fırsatını yaratmış olmasına rağmen devrimci hareket bu değişimi yapamamıştır. Sınıfsal öğrenme çok sancılı olmuş ve uzun bir zaman aralığını kaplamıştır.

15-16 Haziranı burada bırakıp günümüze gelirsek aradaki yarım asırda stratejik olarak yetkinlik hangi seviyeye tırmanmıştır? Olaylar düz bir hat üzerinde gitseydi yüksek bir yetkinliğe varıştan söz etmek mümkündü. Ancak hem dünyada hem ülkemizde çok önemli bir tarihsel paradoks yaşanmıştır. Devrimci hareket sınıfı kavrayıp örgütlenmeye çalışırken bu kez kapitalizmde yaşanan yapısal dönüşüm ve sosyalist sistemin yıkılışının tüm insanlık bilincinde yarattığı güçlü sarsıntı nedeniyle sınıflar mücadelesinin zemininde çok köklü değişimler yaşanıyordu. Önceki stratejik öngörülerin ortaya çıkış zemini büyük bir değişime uğradığı için stratejilerin de kaçınılmaz olarak değişime uğraması gerekiyordu. Ancak bu zaman aralığını devrimci hareket kısmen eskinin tekrarı; kısmen de devrimci mücadeleden liberalizme, post modernizme savrularak geçirmiştir.

Sanki önceki dönemde sorun, ortada bütün gövdesiyle duran sınıfla buluşmak gibi oldukça basit seviyede iken; 1990’lar sonrası kapitalizmdeki yapısal değişim nedeniyle sınıfta parçalanma, üretim yoğunluğunda değişim, hizmet ve bilgi sektöründe artış, güvencesizleşme, kentlere büyük nüfus yığılması sonucu sosyal dokudaki köklü değişim, en önemlisi Kürt Özgürlük Hareketinin tüm politik dengeleri değiştiren çıkışıyla stratejinin içinden çıkacağı zemin çok daha karmaşık hale geliyordu.

Bu sürece gelirken maden işçilerinin 1991 Ağustos’undaki Zonguldak Mengen yürüyüşü eski dönemin, güçlü-yaygın işçi eylemleri döneminin sanki kapanış işareti olmuştu. Ardından 2009 sonunda özelleştirmeler nedeniyle işsiz kalan tekel işçilerinin üretim alanı dışında, Ankara’da bir mahallede bir ayı geçen oturma eylemi, neo-liberalizmin tahribatına karşı örnek bir eylemdi. Fakat üretim gücüne dayanan değil, yoğun işsizleşmeye karşı farklı bir eylem türüydü. Farklı özellikleri nedeniyle tipik olması açısından 2013’deki Gezi isyanı baştan sona yeni bir eylem biçimiydi. En son kuryelerin eylemi güvencesizliğin içinden yeni bir çıkış mı sorusunu ve umudunu yarattı. Bütün bu süreçte güçlenerek yaygınlaşan feminist kadın hareketi sürekli canlılığını korumasıyla yeni dönemin eylem ve örgütlenme biçimleriyle ilgili önemli derslerle yüklüdür.

Olaylardan öğrenmek basit bir denklem çözümü gibi yürümüyor. En önemlisi bu durağan değil, sürekli akan bir süreçtir. 15-16 Hazirandan öğrenmekle günümüzde kapitalizmin yapısal değişiminden ve sosyalizmin yıkılışından öğrenmek arasında şüphesiz ki büyük farklar vardır.

Pek çok etkenin arasında bazı noktalara odaklanmak gerekiyor. Sosyalizmin yıkılışıyla hedefin bulanıklaşması veya ufuk kaybı üzerine yoğunlaşmak önem taşıyor. Gelecek için güçlü ve tutarlı bir öngörü olmadan strateji kurulamaz.

Bir diğer konu yapısal değişime uğrayan işçi sınıfının kapsam ve etkinlik alanı her pratikle yeniden ele alınmalı, tanımlanmalı ve teorik soyutlamalarla bilinç yetkinleştirilmelidir. Geniş ve sürekli bir işsizlik denizi ve artan göç nüfusu ile kuşatılan işçi sınıfının kendisi ve bu dış halkası nasıl örgütlenecektir? Kentler denizinde yeni ittifaklar keşfedilmeli, yeni bağlar kurulmalıdır.

Kürt Halkı ile ittifakın mücadelenin anahtarı olduğu iyi kavranmalıdır. Ancak düzenin kararlı bir propaganda ve zor uygulamasıyla bu ittifakı mücadelenin engeline dönüştürdüğü de artık yeterince biliniyor.

Teori güçlü tutarlı soyutlamadır, her pratikten bilinç damıtarak belli soyutlamalara ulaşılabilir. Ancak günümüzde düşüncenin çok akışkan, yüzeysel ve neredeyse sırf görsel hale gelmesiyle teorik sonuçlar çıkartılması sanki anlamsız hale gelmiştir.

15-16 Haziran eylemlerinden ders çıkartmak bir anlamda oldukça basit olmasına karşın; günümüzde yaşananlardan ders çıkartmak çok daha zorlu bir emek gerektiriyor. Güçlü bir tarih bilinci ve her günkü işlerden bıkmadan teorik sonuçlar çıkartarak sentezler yaratmak günümüzün en zorlu görevidir. Üstelik 15-16 Haziran gibi büyük eylemler her gün yaşanmıyor; gündelik bir anlamda bıktırıcı gidişten deneyler süzmek yeninin doğumunu yakalamak için kaçınılamayacak işlerdendir.